* Fotoğraf sanatçımız, Sn. Kemal Özkılıç tarafından çekilmiştir.
Ağustos
 ayı başında Antalya yanmaya başladı.  Öyle böyle bir sıcak değil. 
Poyraz eserse hava kuru , gölgede 45 dereceyi buluyor, denizden meltem 
eserse gölgede 32 - 35 dereceye düşüyor ve  korkunç bir rutubet nefes 
bile alamıyorsunuz. Eşim ve çocukları; okullar kapanınca hemen yaylaya 
gönderip sağlama almıştım. Malesef işim dışarda çalışma üzerine 
olduğundan, baktım dayanamıyorum hemen izni çaktım.  Bizimkilerede çok 
bunaldığımı, yüksek yerlerde biraz dolaşıp serinlemek istediğimi 
söyledim. Her zamanki gibi Zeynep arıza çıkarttı. Ama sözümü tutup  
sigaraya ara verdiğimden biraz kredim vardı nezdinde , oda "gez dolaş 
ama fazla uzaklaşma, hemen geri dön" diye uyardı. 
Japonya 
 gezisinde Zeynep'e sigarayı bırakacağıma dair söz vermiştim. Vermez 
olaydım , kesinlikle unutmadı. Haliyle 16 yaşından itibaren günde 
ortalama iki paket içince sigarayı bırakmak biraz zor oluyor. Allahtan 
yurtdışına çıkınca içerim diye bir madde koydum antlaşmamıza. Bu sebeple
 yanıma pasaportumu ve dolaresleri aldım, belki yurtdışına çıkıp bir 
sigara içip dönerim diye. 
Antalya'dan
 yola çıktığımda şeytan dürttü, şurdan kıvrılayım Kaş üzerinden Meis 
adasına gideyim diye düşündüm. Sonuçta yakın makın ama Yunanistan 
toprağı.  Teorik olarak yurtdışı sayılıyor. Sonra vazgeçtim , hem hava 
sıcak hemde ağustos ayı çok kalabalıktır oralar. Yıllardır karadeniz 
yaylalarına gitmemiştim oradan günübirlik Gürcistan'a geçerim sigaramı 
içer dönerim. Usulca Ankara yoluna çıktım, Burdur sanayide efsanevi 
şişci Hasan Usta'da mola verdim. Az pideli duble şiş ve duble kaymaklı 
kadayıf yedim. (18 tl) .  Ankara'ya doğru yola koyuldum.  Sivrihisar'da 
mola verdim, dondurmalı helvaydı galiba ondan yedim, çayımı içtim.
1996'ta
 üniversiteden mezun olduğumdan beri Ankara'ya gelmemiştim. Bir şey 
kaybetmemişim. Arkadaşlar Oran semtinde oturuyor, şehir merkezine 
girmeye gerek kalmayacak. Bugünlük toplamda 540 km yapmışım. Bahçede 
rakı sofrasını kurduk, püfür püfürde esiyor hava, üşümeyi özlemişim. 
Sohbet, gırgır şamata kadehleri devirdik. Sabah tüm ısrarlara rağmen 
çıkmam lazım dedim zira cidden bu kentte kalamıyorum.  Zaten elden 
gitmiş , her yer şu balkonsuz lüks sitelerden. İnsanlar hayatını adıyor 
buralardan bir ev alabilmek için. Astronomik fiyatlı bu evleri 
alabildiklerine göre;  hepside belli bir gelir seviyesinin üstünde 
mürekkep yalamış, ticareti çözmüş tipler, hiç kullanmadıkları eşyalara 
para ödüyorlar, bilmem kaç katlı komşusunu bile tanımadıkları bir 
misafir bile gelmeyen evleri lüks mobilyalarla döşüyorlar.  Her biri 
kasaba büyüklüğünde olan bu yerlerde yetişen çocukları düşündüm. Modern 
yalıtımlı  binalarda içeriye ne ses giriyor ne hava, ya televizyon 
ekranına yada elindeki tabletin ekranına gün boyu bakıp duruyorlar. 
Sanki hayatları tabletin şarj durumuna bağlı. Arada ebeveynleri sitenin 
ortasındaki parkımsı yere çıkartırsa biraz temiz hava alıyorlar. 
Arkadaşsız, ağaca çıkmadan, dayak yemeden, kafa yarılmadan geçen steril 
bir hayat. Sanki bu büyük sitelerde; çocuk yetiştirmiyorlarda kültür 
mantarı yetiştiriyorlar hissine kapıldım aralarından arabayla geçerken. 
Söylene söylene şehir dışına kaçtım. 
Çorum
 yoluna çıktım. Gündüz buralardada hava sıcak. Bozkır yanıyordu 
termometre 46 dereceyi gösterdi öğlen vakti.  İstikamet karadeniz  
yaylaları. Çorum Sungurlu'da mola verdim. Çay içtim elimi yüzümü 
yıkadım.  Sonra Havza'da akçaabat köftecisinde durdum. Dürüst adamlardı 
bir yemin etmişler dönememişler. Söylemesi ayıp 1 kg akçaabat köftesi 
yedim. Fiyatını unuttum ama ucuzdu. 
Sonra
 Havza'da ihtiyaç molası. Ünye'de arabayı park ettim sahilde çay içtim. 
Yorgun argın Ordu'ya ulaştım. Bugünlük toplamda 597 km yapmışım. Üç - 
dört otele baktım hiç birinde yer yok. Zaten yorgunum , sahile inincede 
rutubet bastırdı. Gece olmasına rağmen Ordu şehir merkezi ana baba 
günü.  En son gittiğim otelde sağolsun ilgilendi resepsiyondaki oğlan, 
şehir içindeki Sinema otelinde yer var dedi. Hemen benim adıma 
rezervasyonda yaptı. Zar zor o trafikte oteli buldum ve arabayı park 
ettim.  Yorgunluktan pazarlık filan hiç bir şey yapmadan odaya 
yerleştim.  100 tl oda kahvaltı. Otel eski bir sinemanın yerine 
açıldığından bu adı almış.  Hemen restauranta çıktım. Manzara süper. 
Kendimden emin bir şekilde rakı ve yanında meze söyledim.  Garson 
malesef alkol servisimiz yok otelde dedi. Nasıl piskopat bir yere 
gelmişim. Bu konsepte bu lokasyonda bir otel yapıyorsun, restaurantının 
manzarası süper. Ama alkol satışın yok. Nereden para kazanacaksın.  Saat
 22:00 yi de geçmiş, büfelerden alkol alamam. "Ne yapacağız" dedim 
garsona. Salak gibi suratıma baktı. Bağırsan çağırsan ne olacak, sonuçta
 oda emir kulu, müessesenin politikası. Bu güzel manzarada müşteriler 
iki duble rakı içse kime ne zararı olur. Sigara yok, alkol yok. Kendi 
kendime küfür ederek odama çıktım.  Sabah kahvaltıda vasattı. Koşarak 
kaçtım otelden.
Aklıma
 bir arkadaşımın önerdiği , memnun kaldığı, Giresun'un Süllü yaylasında 
Süllü Dağ evi geldi. Hiç olmazsa dağlarda biraz serinlerim.  Yola 
koyuldum. Rutubet Antalya'yı aratmıyor Karadenizde. Yapış yapış 
oluyorsun hemen.
Giresun
 üzerinden dağlara vurdum kendimi. Manzara nefis. Hava serinledi.  Yolda
 çeşme gördüm, elimi yüzümü yıkamak için durdum. Maden suyu akıyordu. 
İlk defa rastlıyorum. Buz gibi maden suyunu pet şişelere doldurdum. 
Sora
 sora Süllü dağ evine ulaştım. Bugünkü toplam yolculuğum 108 km. Siz 
benim gibi yapmayın şu navigasyonlardan alın. Google Earth te pansiyonu 
müşterilerinden biri işaretlemiş. O zımbırtıları hala kullanmıyorum 
aslında kullanmak lazım. Pansiyona bayıldım , dağlar arasında tam kafa 
dinleyebileceğiniz bir yer . Boşluk hissini doyasıya yaşıyorsunuz. Hava 
serin , bir anda sis bastırdı, güzel bir ambians oluştu. Lüks, kalabalık
 yerlerde kalamıyorum. Mekanım bu tip huzur bulduğum yerler. 
Kemal'le
 tanıştım. Nevi şahsına münhasır bir arkadaş. Yıllarca Antalya'da 
otellerde yöneticilik yapmış. Bir anda sistemden her şeyden soğumuş. 
Tası tarağı toplayıp babadan kalma evi , pansiyona çevirmiş. Kışları 
kafası attıkça buraya gelip kitap okuyor. 40 yaşından sonra sıfırdan 
kendi kendine fotoğrafçılığı öğrenmiş. Bir sürü ödülü var ve bu camiada 
saygın biri. Bazen bir kare yakalama uğruna günlerce dağlarda dolaşıyor.
 Kasım ayında Fas 'a gidecekti fotoğraf çekmek için. Hayat felsefesi ve 
dünyaya bakış açısı olarak kendime çok yakın hissettim Kemal'i. Tabi ben
 onun kadar cesur olamadım hiç bir zaman tası tarağı toplayıp her şeyi 
ardımda bırakacak kadar.  
Annesi
 ve bayan arkadaşı Zeliha hanım la burayı işletiyor. İşletirken tabiki 
ufak tefek sorunlar çıkmıyor değil. Bir kaç müşteriye balta çekmiş. 
Hannibal Lecter hesabı,  saygısız ve ukala insanlara tahammülü yok 
malesef.  Seyahat sonrası internette Süllü dağ evini araştırken Tripadvisorda bu güzel yoruma rastladım. Hah dedim içimden kesin balta çektiği müşterilerden biriside bu denyo. 
Yorumun bir kısmı şu şekilde ; 
"Yol
 çok kötü. Navigasyon calismiyor. Ayrıca tabela bile yok çünkü burasi
 bir işletme değil. Evin çevresini telle kapatılmış. Girişe odun 
koymuşlar. O odunlari kaldırmadan içeriye girilemiyor. Evin çevresinde 
inekler dolasiyor araci da birakacak uygun yer yok.hayvanlar mutlaka 
araclara zarar veriyordur. Araç olmadan gelmek mümkün değil, tur 
gitmiyor
 buraya. Ama araçla da gidilecek bir yol değil çok riskli bir yol. Biz 
kaza atlattık. Internet sitesindeki sayfaya aldanip gittik. Ama hiç 
alakası bile yoktu sayfada gördüklerimizle gerceklerin. Paranıza ve 
harcadığınız zamana kesinlikle değmez. Berbat!!!"  Evet kesinlikle balta
 çektiği müşterilerden biride bu dangalak. Dağ başında inekler geziyor 
diyor ne yani mankenlermi gezecekti . Dağ başına nasıl toplu ulaşım 
aracı gelecek merak konusu, birde o navigasyonun çekmemesi Kemal'in suçu
 galiba. Yolların kötü olmasınında karayollarıyla bir ilgisi yok. Cidden
 işletmecilik zor zanaat. Bir sürü bu tip zirzop manyaklarla uğraşıp 
duruyorsun. Adamın yorumları küllüyen saçmalık.
Neyse
 odama yerleştim. Serender denilen ana binanın hemen yanında ahşap 
yapıdayım. Arabamdada bir kasa 100 lük yeni rakı var artık burada ezerim
 afacanları. Oda güzeldi sedir ağacının kokusu içeri sinmiş.
Rakılardan
 iki tanesini Kemal'in buzdolabına koydum. Vurdum kendimi Giresun 
dağlarına. Sigara cidden zararlıymış yahu, artık eskisi gibi nefes 
nefese kalmıyorum.
Temiz
 hava , bol oksijen bünye kendine geldi. Devamlı yağmur çiseliyor. Kışın
 komple kar altında kalıyormuş buraları. Kemal'e söz verdim kışında 
gelicem diye. Doğa yürüyüşleri yapacağız. Yanımıza balta alalım kurtlar 
oluyor dağlarda dedi. Allah sonumuzu hayır etsin baltalar , kurtlar 
filan.  O baltayla kurt sürüsüne ne yapacağız ayrı bir muamma.
 Manzara nefisti. Güneş batana kadar hoyratça yürüdüm dağlarda.
Restaurant
 ana binanın içinde. Düğün için Giresun'a gelmiş hepsi akraba olan 
neşeli bir grup vardı.  İzmir'li olan Zeliha hanımın muhteşem mezeleri 
eşliğinde rakıya başladım. Rakı kültüründe egenin mezelerinin yeri 
bambaşka. Enteresanda oldu Giresun'da bir dağ evinde ege mezeleri. 
Keyfim yerine geldi.  
Kadeh
 miktarı arttıkça yan masayla dialog kaçınılmaz oldu. Gırgır şamata 
içerken , ya dedim ben bu amcayı tanıyorum bir yerden. Diksiyonu   
süper, entellektüel, rakı sohbeti aşmış gitmiş biriydi. Çakırkeyif 
olmamın etkisiyle , kusura bakmayın sizi gördüğümden itibaren kafama 
takıldı, sanki bir yerden tanıdıksınız dedim. Gülerek ; ben samanyolu 
beşinci boyut dizisindeki sisler arasından fırlayan yaşlı amcayım dedi. 
Televizyon izlemem ama dizi bir kaç yüz bölüm olunca ya arada gördüm 
yada internet ortamlarında rast geldim. İyi para kazandım diziden dedi. 
 Yalnız amca cidden sağlam içiciydi. Bendeki 100 lük rakı bitti ondaki 
rakıda bitti. Giresun'da ücra bir dağ köyünde karşılaştığım adama bak. 
Buradan kendilerine saygılarımı sunuyorum o mübarek ellerinden öpüyorum.
Sabah
 o kadar içki içmeme rağmen rahatlıkla uyandım. Dağ havasından 
muhtemelen. Kahvaltı muhteşemdi, köy yumurtası ve tereyağı, Kemal'in 
annesinin yaptığı birbirinden güzel marmeladlar, reçeller, tuzsuz çiğ 
peynir. bol çayla kendime geldim. Yine yağmur çişeliyordu. Kemal,  Kulakkaya
 yaylasına gidiyorum  gelirmisin dedi. Severek kabul ettim. Serinlikten 
yağmurluğumu giydim. Antalya yanarken biz burada üşüyoruz. Kulakkaya 
dahada soğuktu. Bende kendime bir kilo pirzola aldım. Pansiyona geri 
döndüğümüzde, Kemal tam fotoğraflık ortam var dedi. Sis resmen hareket 
ediyordu yavaş yavaş. Güzel poz çıktı, gayet karizmatiktim. 
Akşam
 yeni müşteriler gelmişti. Bu durum hoşuma gitti, pansiyon küçük hepimiz
 restauranta doluşuyoruz . Amasya'da Demir yollarında çalışan bir adamla
 sohbet ettim, bankacı 6 aylık çocuklarıyla gezen bir çiftle konuştuk. 
Kemal'le bol bol sohbet ettik mangalı yakarken. Osaka'daki müşterileri 
kovan bazende döven bar sahibi aklıma geldi. Üstad ibreti alem için bir 
kaç müşteriyi döversen fenomen olursun internet aleminde dedim. Gezdiğim
 ülkeleri anlattım. Kimbilir ne fotoğraf kareleri çıkardı o ülkelerden 
diye hayıflandı. Bende aksi gibi çoğu zaman fotoğraf çekmeyi unuturum, 
blog için çektiğim fotoların hepside cep telefonunu kullanıyorum. 
Fotoğrafçı olamam dedim, bir poz için günlerce beklemek. Ben almayayım, 
alanada mani olmayayım. O gece bol bol içtik Kemal'le sarhoş olduk. Gece
 içerken bayağı bir soğudu ortalık. Sobayı yaktık Kemal'le . Yanan 
sobanın fotoğrafını , Antalya'daki tayfaya attım. Bonzai kullanmakla 
suçladılar beni. Ağustos ayında soba yakma. Şaka gibi. Antalya da millet
 sıcaktan uyuyamazken, biz burada soba yaktık.
Sabah
 kalktığımda , baktım tatili burada noktalayacağım, bonus olarakta alkol
 komasına gireceğim. Kemal'e ; üstad mükemmel bir yer gayet memnunum ama
 ben Gürcistan'a bir sigara içmeye gidiyorum , dönüşte uğrarım dedim.  
Kahvaltıdan sonra yola koyuldum. Gürcistan'a gitmeden Borçka'da Şenol'a 
uğrayayım dedim. Şenol'da eski matbaacı, İstanbul'dan tası tarağı 
toplayıp Artvin Borkça'da aileden kalma evini pansiyon yaptı. Talihim 
ikinci hayata başlayanlardan açıldı. 400 km yapıp Borç'kaya vardım. 
Yolda en az 5-6 tane Çaykur fabrikasını geçmeme rağmen çay memleketinde 
çay içecek bir yer bulamadım. Birde sel felaketi olmuş yollar kötüydü.
Her
 zamanki gibi önceden haber vermediğimden Şenol'da yer yok. Sağolsun 
tanıdıklarının pansiyonuna yerleştirdi beni. Bayanların işlettiği 
tuvaleti ortak olan şirin bir pansiyondu. Arabamdan rakımı aldım 
başladım demlenmeye . Hava yine serin . Yan masadaki çiftin sohbetine 
kulak misafiri oldum. Giresun yaylasında bir pansiyondan çok memnun 
kaldıklarını konuşuyorlardı. Pardon Kemal'in işlettiği Süllü Dağ evimi 
dedim. Benden bir gün önce kalmışlar. Çok kafa tiplerdi, sohbet aktı 
gitti. Eleman benim gibi bagajında rakı taşıyor. Kendisi barmen olup 
envai çeşit içkiyle haşır neşir olmasına rağmen Yeni Rakı müdavimi. 
İsimlerini yorgunluktan ve alkolün etkisiyle unuttum buradan 
kendilerinden özür diliyorum ve bu muhteşem sohbet için teşekkürlerimi 
borç bilirim. 
Sabah
 kahvaltıdan sonra Şenol'un yanına gittim. Adamın pansiyonu öyle bir 
yerdeki yoldan tepeyi tırmanırken karşıdan araç gelirse geri geri 
aşağıya inmek zorundasın. Söylendim durdum buraya bir ışık sistemi yap 
tepeden biri inerse haberimiz olsun diye. Tamam dedi ama yapacağını 
sanmam. Doğa haşin buralarda sırf dağlık tepelik, düz bir alan yok. 
Fotoyu odamın balkonundan çektim. Aşağı inip pansiyonu çekmeye üşendim.
Pansiyonu
 yaptırırken parası bittiği için odalarda ses yalıtımı yok. En üst katta
 biri yürüse tüm binada yankılanıyor ayak sesleri. Sesli tuvalet 
ihtiyacını giderenler  ve işitme duyusu gelişmiş yan odadaki müşteriler 
için dezavantaj tabiki. Hele balayına gelen çiftler için tam bir 
işkence. Ama laf ettiğim balkonsuz tam yalıtımlı ultra lüks sitelere 
tercih ederim. Efil efil havadar ve bir kişiliği var pansiyonun. Yarın 
sigara içmeye Gürcistan'a gideceğim dedim Şenol'a. Dur sana bir marlboro
 aldırayım Gürcistan'a kadar gitmene gerek yok şeklinde harika bir çözüm
 sundu. Şenol da Gürcü asıllı. değişik bir mizah anlayışı var. Bu yöre 
zaten Gürcü asıllı vatandaşlarımızla dolu. Meşhur caca şaraplarından 
içip duruyorlar her gece. Sohbet ederken yanımıza sevdiğim bir film olan
 Ağır Roman'ın aktörü Mustafa Uğurlu geldi. Hikayesi Gürcistan ve 
Türkiye'de geçen bir dönem filmi çekiyorlarmış. Adını unuttum rüzgarlı 
bir şeydi , rüzgarın getirdikleri gibi unuttum umarım iş yapar zira 
Mustafa Uğurlu'yu sevdim, hoşsohbet mütevazi bir abimiz.  60 yaşında 
olmasına rağmen delikanlı gibi. Tüm film ekibi burada kalıyormuş. 
Şenol'da
 işlerden bunalmış. Hadi seni Karagöl'e götüreyim dedi. Pansiyondan 
yakın 15 km. Çıktık yola. Karagöl güzel lafım yok ama bir tur otobüsü 
geliyor biri gidiyor. Kalabalıktı. Karizmatik bir kaç foto çekip gidelim
 üstad dedim. Kalabalık sıkıyor beni. 
Sonra
 Gürcüstan sınırında bir yaylaya gittik. Kışın yollar kapanıyor burada. 
Sınır köylerinde yaşayanlar , hastalık halinde özel izinle Gürcistan'da 
tedaviye gidiyorlarmış. Fotoda tam belirli değil ama soldaki dağın 
aşağısındaki vadide dağ evi var. İstersen kalabilirsin dedi, ağustosta 
bile soba yakmam gerekiyor, elektrik yok, internet yok , medeniyet yok 
tam bana göre. Kesinlikle bir dahaki sefere kalıcam burada kitaplarımı 
alıp. Şu anda kalamam zira sigara beni çağırıyor.
Dönüşte bol bol sohbet ettik. Pansiyonu için güzel bir web sitesi yapmış. www.laperapansiyon.com
 Özellikle anasayfadaki misafirlerin dikkatine bölümüne bayıldım. Süllü 
Dağ evinden bahsederkende belirtmiştim, işletmecilik zor zanaat. 
İnsanlar dağ başına geliyor, Antalya'daki beş yıldızlı bir tatil 
köyündeki lüksü istiyor. Tamamda aynı parayı vermiyorsun, yer farklı, 
konsept farklı . Şenol'da balta çekmek yerine güzel bir manifesto 
yayınlamış web sayfasında. Çok daha kötü bir cezalandırma yöntemi var. 
Sinir olduğu, gıcık kaptığı müşterilere Gürcü şarabı caca dan bolca 
içiriyor. Aman diyeyim çok dikkatli için fena çarpıyor, ev yapımı 
olduğundan alkol derecesini yüksek tutuyorlar hemen çarpsın diye. Beni 
sevdiğinden üstelemedi , yalnızca tadına baktım rakıyla devam ettim 
sonra. 
İşte Şenol'un manifestosu;
La Pera pansiyonun misafirlerinin dikkatine:
 1- Pansiyonun (wc duş hariç) tamamı ahşaptır. Üç 
yanı balkon manzaralıdır ve aynı zamanda odalara geçişler balkondan 
sağlanmaktadır. Ses yalıtımı olmadığı için balerin tarzı yürümenizi istiyoruz. 
2- Köydeki konaklama yerlerinin tamamının çevresinde köpek, 
tavuk, inek vb. gibi hayvanlar vardır. Gecenin bir yarısında havlayan köpek veya 
sabahın köründe yumurtlayan tavuğun sesine, hatta işe giden köylünün 
naralarına katlanmanız gerekebilir. 
3- Ortalama yatma saatine kadar tavla, okey oynanabilir, türkü 
söylenebilir. Eğlence en doğal hakkınız ve engellenemez. Ancak bir misafir dahi uyumak üzere odasına gidince sessizlik lütfen.
4- Her an elektrik ve internet kesilebilir. Hayatın sonu 
olmadığını göreceksiniz.
5- Bazı konuklar odalara bakma ihtiyacı duymaktadırlar. Odalara kadınların bakmalarını tercih ediyoruz.
6- Güneş ve elektrik kesilmediği müddetçe her zaman sıcak su mevcuttur.
7. Bütün sularımız içilebilirdir. Yanınızda pet su getirmenize gerek yoktur.
8. Her türlü içeceklerinizi kendiniz de getirebilirsiniz. Mümkünse beni de düşünün. Biz içecekten para kazanamıyoruz ama yine de satmaya devam edeceğiz.
5- Bazı konuklar odalara bakma ihtiyacı duymaktadırlar. Odalara kadınların bakmalarını tercih ediyoruz.
6- Güneş ve elektrik kesilmediği müddetçe her zaman sıcak su mevcuttur.
7. Bütün sularımız içilebilirdir. Yanınızda pet su getirmenize gerek yoktur.
8. Her türlü içeceklerinizi kendiniz de getirebilirsiniz. Mümkünse beni de düşünün. Biz içecekten para kazanamıyoruz ama yine de satmaya devam edeceğiz.
9. Pansiyonda ancak beş kişinin halay çekebileceği ve 6 aracın 
park edebileceği kadar düzlük mevcuttur. En düz yerimiz odaların tabanıdır. 
10. Yemek ve 
kahvaltı için saatimiz yoktur, yatana kadar akşam yemeği, gidene kadar da 
kahvaltı yapabilirsiniz. 
11. Çam 
reçinesi elbisenize bulaşırsa korkmayın temizleriz veya yerine bizim giysiden veririz. 
12. En önemlisi; banyo zemini çok kaygan, dikkat ediniz ve özellikle günlük terlikle girmeyiniz.
Adam
 dürüstçe yazmış her şeyi. Aklına geldikçe caca yı çektikçe, yeni 
maddeler ekleyip duruyor. Müşteriler banyoda düşüp kafayı gözü yarmasın 
diye önlem almak veya ses için yalıtım yapmak yerine  ben buyum arkadaş 
işinize gelirse diyor. Takdir edilesi bir davranış biçimi,, insanları ve
 pansiyonları olduğu gibi kabul etmeli, değiştirmeye çalışmamalıyız. 
Artı mekana bayıldım kesinlikle tavsiye ediyorum, biraz steril ve 
konforlu ortamınızdan kaçın , gelin buraya doğanın içine. Yarın sabah 
kahvaltıdan sonra beni sınır kapısına götürücek. Arabayı onda 
bırakacağım, dönüşte alırsın dedi. İyi oldu , Bir kaç gün Gürcistan'da 
takılıp dönüştede Kemal'e yeniden uğrarım. Akşam film ekibinin gırgır 
şamatası vardı, gece diğer müşteriler rahatsız olmuş, ben çok içtiğimden
 hiç bir şey duymadım.
Sabah 
 kahvaltıya indim bir baktım karşımda Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz. 
Selamlaştık, nasıl tanıdım bir anda bende şaşırdım kendi kendime. Vakur 
bir tipi vardı belki ondandır. Dışarda boş masaya oturduk , yanımıza  
Kurtlar Vadisinde ki gerçek ismini bilmediğim Tombalacı karakterini 
oynayan adam geldi. Ulan dedim ne oluyoruz. Caca da içmedim gece. 
Nişantaşı veya Bebek'te takılsam bu kadar ünlüye rast gelmezdim. İlk 
Süllü'de Beşinci boyuttaki amca, Mustafa Uğurlu, Mehmet Y. Yılmaz ve 
Tombalacı. Ve bunların hepsine dağ başında medeniyetten uzak yerlerde 
rastlıyorum. Doğru dürüst yol bile yok bulunduğumuz yerde.  Mehmet Y. 
Yılmaz gayet mütevazi bir adamdı. Tombalacı ise dizide oynarken rol 
yapmamış kendini oynamış adeta. Malesef ilk yayınlanan, orjinal Kurtlar 
Vadisi'ni yıllar önce severek izlemiştim, gençlik işte. 
Şenol'da
 kalktı. Akşamdan kalma, dün gece çok caca içmiş. Hemen ayaküstü bir 
bardak caca daha içti. Adetmiş burada, bir gece önceden çok içersen 
sabah panzehir niyetine bir bardak caca yı götürürmüşsün. Mantıklı, 
sonuçta panzehirdede seyreltilmiş zehir var.  Kendine gelince sınıra 
doğru yola çıktık.
Sınır
 kalabalıktı. Şenol'la vedalaştık, yıllardır kahrımı çeken küçük sırt 
çantamı aldım.  Türk vatandaşları; pasaportsuz sadece nüfus kağıdını 
gösterip , bir form doldurup rahatça üç gün dolaşabiliyorlar 
Gürcistan'da. Vize olmadığı gibi pasaportta istemiyorlar üç gün için. 
Ben pasaportla giriş yaptım, form doldurmaya üşendim. Birde Gürcistan'a 
girerken doktor reçetesiz ilaç olursa çantanızda, hapis cezasına kadar 
varan  ciddi yaptırımları var. Dikkat edin  düzenli ilaç 
kullanıyorsanız, yanınızda doktor reçetesi olsun. Hiç ilaç 
kullanmadığımdan benim için bir sorun teşgil etmedi.
Türk
 tarafından sorunsuzca geçtim. Karşımda Gürcistan toprakları, teorik 
olarak Türk topraklarında değilim. Tam iki ülkenin ortasındayım. Usulca 
çantamdan kısa marlboro mu çıkarttım. Derin bir nefes çektim. 
Allahım ne zevkti. Tam 10 hafta, 3 gün, 11 saat ve 30 dakikadır sigara içmiyordum. 
Başım
 döndü sendeledim. Hemen yana oturdum. Bir tane daha yaktım. Şimdiye 
kadar hayatımda en fazla 16 saat sigarasız kalmıştım . Aslında kendime 
işkence yapmışım , sigara muhteşem bir şeymiş. Sağa sola yalpalayarak 
Gürcistan tarafına doğru yola koyuldum. Buradada işlemlerde bir sorun 
çıkmadı. Çantaları xray den geçiriyorlar.  Dışarısı kalabalıktı ama bir 
ortadoğu veya güneydoğu asya ülkesindeki gibi , rahatsız edici bir 
şekilde askıntı olmuyorlar. 
Yabancı
 bir ülkede yenilen kazıkların büyük bir yüzdesi ilk sınırdan geçişte 
olur. Bu yüzden fazla aceleniz yoksa, hiç stres yapmayın herkese güler 
yüzle hayır deyin ve yürümeye devam edin. Bende aynısını yaptım. Turizm 
bürosundaki bayandan Batum şehrinin  haritasını almayıda unutmayın. 
Hemen karşıdaki döviz bürolarında 100 tl ye 70 lari veriyorlardı. Bir 
sigara daha yaktım, yol boyunca beşyüz metre kadar yürüdüm. Yol üstünde 
küçük bir bakkalda oran 100 tl ye  78 lari idi. Aradaki farkta toplamda 3
 adet Gürcü birası yapıyor. Kafe gibi bir yere oturdum , tanesi 2.5 lari
 den (3.20 tl) başladım biraları söylemeye. Hava sıcak ve rutubetli, 
nasıl Karadeniz anlamadım Antalya'dan farkı yok buraların. Bünyede 
sapıttı bir dağlarda soğuktan montla dolaşıyorum bir sıcaktan ter içinde
 kalıyorum.
Alkol
 ve sigara kendime getirdi. Yüzüme gözüme renk geldi. Sınırdan Batum'a 
otobüs var.  Taksicilerin olduğu yere gittim. Batum'a 20 lari (38.5 Tl) 
istedi Türkçe biliyor arkadaş. Pazarlık yapmıyorum yalnız  bir şehir 
turu atarız, sonrada istediğim yerde inerim ve arabada sigara içerim 
dedim. Kabul etti. Aslında kendi arabamla geçecektim Gürcistan'a ama 
Şenol uyarmıştı deli gibi kullanıyorlar ve Batum şehir merkezinde 
polisler rüşvet almak için her fırsatta ceza kesiyorlar diye. Hızlı 
araba kullanmaları bizim 90 larda şuursuz ve artistçe araba kullanmamız 
gibi. Bir numarası yok , gelsinler bide Sri Lanka veya Tanzanya daki 
trafiği görsünler. Şoför kardeşimle yaktık sigaraları vurduk kendimizi 
Batum yoluna. 
Batum
 koca bir şantiye gibi. Harıl harıl her yerde inşaat var. Lüks oteller ,
 casinolar, gece klüpleri. Antalya'dan bir farkı yok hem kent olarak 
hemde iklim olarak hatta Antalya dan daha düzenli ve temiz, karadenizde 
bu havayı beklemiyordum açıkcası, aynı sıcak aynı rutubet.
Şehir
 paralel uzanmış Karadeniz'e. Merkezi bir yerde indim. Biralar karnımı 
acıktırmıştı. Meşhur haçapuriden söyledim, peynirli pide ortasınada 
yumurta kırmışlar. Saçma sapan bir şeydi. Anlatıp duruyorlardı aslında 
peynirli bir pide ne kadar güzel olabilirki. 6 lari (7.5 Tl)
Sahil
 boyunca yürümeye başladım. Ortalık Türk kaynıyor. İpini koparmış 
gibiler, dükkanın hasılatını toplayan, ürününü satıp parayı cebine 
koyan, Özellikle Karadeniz bölgesinden bir sürü vatandaşımız. 
Türk'lerden sonra Azeri'ler , İran'lılarda çoktu. Sigara içme oranı 
yüksek. Herkesin ağzında emzik gibi sigara.
Gümbür
 gümbür müzik eşliğinde inliyordu her yer. Sahil denize girenlerle 
doluydu. Dağlardaki ıssız mekanlardan sonra bu kalabalık daralttı beni. 
Vurdum kendimi Batum yollarına;
 Aslında
 planım üç beş  gün burada takılmaktı. Ama takılıcak gibi değil. Yaş 
genç olsa belki . Şehrin bir ruhu yok, keşmekeş , kalabalık, gürültü, 
sıcak ve rutubette işin bonusu. Şimdi sadece nüfus cüzdanıyla 3 günlük 
Gürcistan'a kolaylıkla giriş sebebini anladım. Vatandaşlarımız geliyor, 
kumarını oynuyor,  gece klüplerine gidiyor, tüm parasını bırakıyor 
burada. Eh be güzel kardeşim madem deli gibi para harcıyorsun 
kumarhanede, kesinlikle kumara karşı olduğumdan değil bende severek 
oynarım ,  bu kadar paran var kumar için Macau yap muhteşem 
kumarhanelere sahip, gece hayatı istiyorsan Tokyo , Osaka veya 
Bangkok'da takıl, hiç olmadı İstanbul'da güzel bir alternatif gece 
hayatında, fuhuş istiyorsan Pattaya da ortamlara ak. Zengin adamsın 
mahkum değilsin uyduruk kumarhanelere, gece klüplerindeki göbekli 
bıyıklı kadınlara. Bir bira içip düşüneyim biraz dedim kendi kendime. 
Şehrin tek güzel tarafı her yerde bedava kablosuz internet var. Biramı 
söyledim yürümekten yorulmuştum zaten. Ipad'imi açtım baktım. Gürcistan 
nasıl bir ülke kimlerle komşu nerelere gidilir. Başladım nette 
araştırmaya.
Tiflis
 yapılabilir, otobüs var, taksi tutabilirim, tren gidiyor. Komşular dost
 ve kardeş ülke Azerbaycan, Rusya ve Ermenistan. Azerbaycan karayoluyla 
geçişte vize vermiyor, konsolosluktan alman lazım , oda kaç günde çıkar.
 Vay be dost ve kardeş ülkeymiş, ne kardeşlik ama. Rusya ya gitmeyi 
düşünmüyorum şimdi girdimmi çıkamam koca ülkeden planım programım yok, 
Ermenistan'a baktım karayoluyla girişte vize veriyor 10$ a. Ufak tefekte
 bir ülke görünüyor. Türk gezginlerin malum siyasi sebeplerden pek 
tercih ettiği bir ülke değil. Blogları ve forumları araştırdım , 
Türkiye'den bir kaç kişi gitmiş gayet güzel geri bildirimler var.  Hele 
iki bayan bir forumda yazmış, çok memnun kaldık diye. Tiflis'te karar 
veririm diye düşündüm. Şehir haritasını açtım daha nerelere gidebilirim 
diye. Teleferik gözüme çarptı. Bulunduğum yerede yakın. yukarıdan 
izlerim Batum'u.
Ücreti 5 lari (6.5 tl)  Teleferikte Azeri 2 çift vardı. Fotoğrafı onlar çekti.
Çıkarken
 sohbet ettik. Nereye gidiyorsun diye sordular. Tam bilmiyorum önce 
Tiflis'e gidicem belki oradanda Ermenistan yaparım dedim. Hepsinde 
suratlar asıldı. Yaklaşık bir haftadır medyayı takip etmiyordum 
içmekten. Azerbaycan'la Ermenistan arasında sınır savaşı varmış. Orada 
Türk olduğun için seni keserler , işkence yaparlar dediler. Tamam 
kardeşim ama sizden sınırda vize alamıyorum dedim. Hani dost ve 
kardeştik. Bir daha konuşmayıp ters ters baktılar.
Yukarıdan izledim Batum'u.  
Şehre
 indim, bira içtim, şaşlık denilen kuzu şiş gibi bir şey , önce 
ızgarasını yapıyorlar sonra güveçte pişiriyorlar galiba. Yemekler yine 
kötüydü. Bir satsivi denilen kızarmış patlıcanları dürüyorlar üzerine 
ceviz döküyorlar bunu sevdim. Rakının yanında güzel gider. Akşam 
oluyordu. Trenle Tiflis'e gitmeye karar verdim. Taksiye sordum , 
istasyona kaça gidersin diye. 10 lari (13 Tl) . Pazarlık yapmadım. Tren 
saat 22:30 daymış Tiflis'e. Yolculuk 10 saat sürüyor. First class bir 
bilet rica edeyim dedim. Gişedeki bayan, bir tipime baktı, küçük sırt 
çantamın kayışları patlamış , beyaz süngeri dışarı kaçmış, sünmüş sağa 
sola sallanıyor, yaklaşık bir haftadır gece gündüz içmekten ve 
yorgunluktan tipim gözüm kaymış, üstüm başım perişan. Üstüne basa basa, 
First class mı? dedi. Yes please dedim.
48
 lari (62 tl). Yerimi buldum, iki kişilik. Umarım yanım boş olur zira 
çok yorgunum sabaha kadar horlamaktan uyutmam geleni. Yabancı ülkelerde 
otel parası ödememek için gece seyahatleri iyi oluyor. 
Kompartımana
 yerleştim,  hareket saatini bekliyorum. Aşağıdan Türkçe küfürler 
gelmeye başladı. bu nasıl tren, nasıl first class, gelmişine geçmişine 
sayıp duruyor. Mamma mia Türk'ler geliyor. Yerleşirken pasaportla bileti
 masanın üzerine koymuştum, kontrolde kolaylık olsun diye. Türk 
Pasaportunu  görünce merhaba dediler. İşte o an tanıştım bu iki 
delioğlanla. Tuna ve Nadi. Tren kalkmadan bir sigara içeyim dedim, 
onlarda aşağıya indi. Belli gün boyu bayağı bi bira tüketmişler. 
Ayaküstü sohbete başladık. Mesleklerini unuttum, mühendisler galiba. 
Nadi, Birleşik Arap Emirlikleriydi sanırsam, Tuna'da Çekoslavakyada 
çalışıyor. Günübirlik Batum'a gelmişler buradan Tiflis'e gidecekler , 
gün boyu dolaşıp akşama yine  Türkiye'ye dönecekler. 2 günlük seyahat 
için sırtlarında koca çantalar. Batum'da benim gibi gezmiş dolaşmışlar, 
kumar oynamışlar. Bildiğiniz güzel gece klüpleri varmı  Batum'da , 
dönüşte uğrarım dedim.  Yekten ciddi bir şekilde abi biz fuhuşa karşıyız
 dediler. Sırtlarında koca çantalar, dalyan gibi fuhuşa karşı iki Türk 
genci, lokasyonda Türk'lerin değişik kültür ve coğrafyaları tanımak için
 akın akın geldiği Batum. Aferin dedim ne diyeyim. Şaka gibi çıkmışlar  
gece treniyle karşıma. Tren kalkıyordu hepimiz içeriye geçtik. Takribi 
yarım saat sonra Tuna benim kompartıma geldi , abi tuvaletin orada 
sigara içebiliriz dedi. Birde bira ikram etti. Başladık Tuna'yla 
tuvaletin önünde sigara yakıp sohbete.
Tuna'da
 bir delioğlan , konudan konuya atlıyor. Avrupadaki tren seyahatlerini 
anlattı.  Tam sohbet ederken, İngiliz eleman tuvalete girdi. Bak abi sen
 dikkat etmedin ama adam ayakkabısı olmadan tuvalete çoraplarıyla girdi,
 ben dikkat ederim bu tip şeylere, pis adam bunlar dedi. Cidden nasıl 
bir zihniyet, çoraplarıyla tuvalete girer trende. Bir ara durduk. Hemen 
koşarak istasyondaki büfeden on tane bira aldım. Tuna'yla vurduk 
kendimizi biraya. Erdi katılmadı sohbete kompartımanda uyumaya 
çalışıyor, bir yandanda cep telefonuyla uğraşıyor. Biz Tuna'yla sigara 
üstüne sigara yakıyor, biralara devam ediyoruz. Birader,  iki günlüğüne 
buraya geliyorsunuz bu koca sırt çantası ne ayak dedim? Abi öyle deme , 
bende tam yedi adet değişik para birimi var yanımda, çantamda her türlü 
kötü senaryoya dair önlem var şeklinde cevapladı. Deli galiba diye 
içimden geçirdim. Sanki iki senelik dünya turuna çıkmış. İki günlük 
seyahat için Gürcistan'dan sim kartıda almışlar. Offline haritaları 
yüklemişler Batum ve Tiflis'in . Tam tablet çocuğu bunlar. Bende dünyayı
 bu küçük sırt çantasıyla plansız programsız dolaşıyorum dedim. Alkol 
miktarı arttıkça zaten sabahtan itibaren durmadan bira içmişiz ikimizde.
 Biraz sapıttık. Normalde trende sigara içmekte yasak.  Çok gürültü 
yaptık, asık suratlı kondoktör kapıları kontrol ederken yanımıza geldi ,
 bir şey demedi ama sağlam bir omuz attı bana. Bu aksiyon sinirlenme 
yerine daha çok gülmemize neden oldu, alkolün yan etkileri. Adamda 
söylene söylene gitti.
İçeri
 kısma geçip Erdi'den fotoğrafımızı çekmesini istedik. Erdi yavaşça abi 
gözünüzü seveyim çok içtiniz, Tuna birazdan arızaya bağlar dedi. Zaten 
biten şişeleri gülerek trenden aşağıya fırlatmasından anlamalıydım. 
Birde avrupa kültürü almış çocuk. Hadi yatalım artık dedim. Umarım bu 
kadar biradan sonra altımıza işemeyiz. Birayı bu yüzden sevmem, rakıda 
çiş sorunu olmuyor. 
Sabah
 altı buçuk gibi , sevimli kondoktörün şefkatli elleriyle zar zor 
uyandım. Ciğerlerim berbat  uzun süre sigara içmeyip bir anda üç paket 
içtiğimden mahvolmuşlar. Trenden indim, Tflis'te hava daha serin ve 
rutubet Batum'a göre az. Tuna'yla Erdi'de indiler. Onlarda tam 
ayılamamış. İlk dönüş için tren biletine baktılar zira Erdi'nin bu gece 
dönmesi lazım. İzmir'de işi varmış. Malesef Batum'a bilet kalmamış. 
Otobüsle dönmeye karar verdiler. Adını unuttuğum istasyondan çıktık 
yürümeye başladık. İkiside açtı cep telefonlarını, işte soldan gideceğiz
 şimdi sağa sapalım , diye diye bir meydana çıktık. Adamların teknoloji 
saplantısına laf ettim ama eliyle koymuş gibi bir meydana çıktık. 
Abinizin yakışıklı ve karizmatik bir fotosunu çekin bakalım dedim.
McDonalds
 ta kahve içmeye gittik. Buranın tuvaletlerini tavsiye ediyorum 
temizler. Kahve ve sigara kendime getirtti. İkiside kafasını kaldırmıyor
 cep telefonlarından. Ulan biraz dışarıya bakın, etrafa göz gezdirin.
Yeni
 nesil cidden bir tuhaf. Planı yaptılar , otobüs terminalinin adı 
Ortachalaymış. Bilet almaya oraya gidecekler. Siz gidin ben biraz burada
 takılıcam , şimdi sizinle gelirsem ilk vasıtayla Ermenistan'a geçerim ,
 Tiflis yalan olur dedim. Bizimle gel abi diye tutturdular. Hatta Tuna 
bir ara çoştu bende seninle Ermenistan'a gelebilirmiyim dedi. 
Gelebilirsin delioğlan kim tutar seni dedim. Sevindi. Hemen baktılar 
netten, hangi metro istasyonundan bineceğiz, hangisinde ineceğiz, 
yürüyerek nasıl gideceğiz otobüs terminaline. İstasyon McDonalds'ın tam 
karşısındaydı . İşte muhteşem ikili Tuna'yla Erdi.  
Ortachala
 otobüs terminaline sorunsuzca vardık. Kendimi bir ara çocukluğumun 
Harem garında hissettim. Türk firmaları parsellemiş Tiflis'teki otogarı.
 Akşama biletlerini aldı afacanlar.
Tuna
 eşini aradı, malesef benimle Ermenistan'a gelemiyor. Dünyanın en zor 
vizesi olan, hanımdan alınan vizede sorunlar çıkmış. Sağlık olsun, bir 
şeyler içmek için etrafa baktık. Köşedeki kafede ince belli çay 
bardaklarını görünce nasıl sevindim anlatamam. Yurtdışı gezilerimde, 
ortam, yemekler, kültür hiç bir sorun yaşamıyorum ama rakı ve çayı çok 
özlüyorum. Mekanı Diyarbakır'lı Abdullah abimiz işletiyor. Delikanlı, 
halden anlayan bir abimiz. Hemen söyledik çayları.
Tiflis
 otogarı Ortachala ya yolunuz düşerse , zaten küçük yer Abdullah abinin 
işlettiği çay ocağını bulun. Tek başına Lonely Planet gibi adam, her 
türlü bilgiyi edinirsiniz Gürcistan hakkında. Azerbaycan vizesi minimum 
üç günde çıkıyormuş konsolosluktan, oda çıkarsa. Çaylarımızı yudumlarken
 başladık sohbete. Kısa hoşbeşten sonra , burada ne yapıyorsunuz dedi. 
İşte Tuna'yla Erdi gün boyu dolaşacaklarını , gecede Türkiye'ye 
döneceklerini söylediler. Bende madem Azerbaycan olmadı belki 
Ermenistan'a giderim dedim.  Karşıdaki minibüsü göstererek bunlar 
gidiyor dedi. Eh hadi gidelim madem Erivan'a.  Saat filan yok doldukça 
kalkıp gidiyorlar.  Yaklaşık 300 km bi beş saat sürüyormuş. Ücret 30 
lari (38.5 Tl) Şoföre işaret etti, bir kişi daha var diye. Tiflis gezisi
 yalan oldu ne yapalım her işte bir hayır vardır.
Erivan'a
 gidecek Fransız bir çift oturmak için yer bakıyordu. Tuna her zamanki 
girişkenliğiyle , masamıza davet etti. Hugues ve Tatilde çiftiyle 
tanıştık. Hugues; bir Türk olarak  sorun olmasın Ermenistan gezisi diye 
sordu. Valla hiç bilmiyorum benim için dua et dedim. Güldüler. Standart 
Fransız'lar gibi ingilizce konuşmamazlıkta yapmıyorlar. Sohbet filan 
derken minibüsün kalkma saati geldi. Abdullah abiden hesap istedim, işte
 senin şu kadar çay su filan var derken , yok abi masanın hesabını 
komple al dedim. Toplamda 15 lari (20 tl) tuttu. Fransız çift kalkarken 
kendi hesaplarını istediler, Abdullah abi beni göstererek tamam dedi. 
Sonradan konuşuyoruz çok gariplerine gitmiş, bir yabancının hesabı 
ödemesi. Tuna ve Erdi kardeşimle sarılıp vedalaştık.
Minibüsün
 önü dardı, yanımdaki elemanla selamlaştık. Otogardan çıkmadan önce 
herkesin pasaportu topladılar , kayıt yapacaklar herhalde herkes verdiği
 için pek stres yapmadım. . Ayyıldızlı pasaport yüz metreden 
farkediliyor. Çıkışta pasaportlar geri verildi. Benimle selamlaşan 
yanımdaki eleman bir anda suratını astı , dakika bir gol bir, neşeli 
başladı Erivan seyahati. 



































Hahaha Allah yaşama sevincini arttırsın Cenk
YanıtlaSilBen de senin usul yurtdışında içiyrdum sonra onu da içmemeyi başardım.
Hatta belki okumuşsundur, Gürcistana girer girmez paket almıştım ben de
Eyvallah Üstad;
YanıtlaSiluzun süre sigara içmeyip bir anda sigara içince büyük zevk oluyormuş. Gürcistan yazını okumuştum keşke senin gittiğin zamanda gitseydim, şimdi bambaşka bir ülke olmuş.
Dönüşte bırakamadın di mi sigarayı ?
YanıtlaSilMalesef günde iki paketle kaldığım yerden başladım !!!
YanıtlaSil