Sayfalar

Recent Posts

2014/09/24

JAPONYA GEZİSİ 2012


                2012 yılında yaptığım geziyi; tembellikten tam iki yıl sonra 2014 yılında yazıyorum. Varın iş yerindeki performansımı siz düşünün.
                 
Her şey, kızıma ; "Rehber hocanla konuş, 9 yaşındaki bir çocuğun gelişimi için hangi pedagojik kitaplar lazım? Adlarını yazsın ben alırım, sonra hepsini dikkatlice oku ve kısa özetini çıkart bana . Sana ona göre davranacağım. Birde kaçıncı sınıfa gidiyorsun sen?" dememle başladı. Üşengeçlikten kaynaklanan bu çocuk yetiştirme  yöntemimle;  ana ve kızın  eline ilgisiz baba olmamla alakalı büyük bir koz vermiştim. Zeynep'te resti çekti "Yeter bu ilgisizliğin, Ya benide bir yere götürürsün yada tek başına gittiğin yurtdışı seyahatlerini unut!!" Malesef resti göremedim cidden bir daha seyahat edememe tehlikesi vardı. Bende bu sağlam rest karşısında; birlikte gitmemizin iyi fikir olduğunu , seyahat boyunca  birbirimizi daha iyi tanıyacağımızı ve çok mutlu olduğumu söyledim.

Zeynep, doğal olarak çevresinin ve arkadaşlarının etkisiyle , lüks otellerde konaklayacağımız, içinde İtalya ve Fransa'daki Disneyland'ı kapsayan iki haftalık bir tur istedi. Bende gezmek için Avrupa'nın berbat ve kazık bir fikir olduğunu , turla gidilen gezilerden hiç bir şey anlamayacağımızı söyledim. Tamam gideceğimiz ülkelerde senin için hostellerde ranzalarda kalmayız ama lüks otellerde harcayacağımız parayla yer içer eğleniriz dedim. Artı Avrupa kültüründen hiç haz etmediğimi belirttim.  Zamanının rönesansı, heykelleri , resimleri, sanatı filan saygımız var ,pizzalara, şaraplara, peynirlere,   Disneyland'ada bir sözümüz yok.  Ama günümüzde hala devam eden koloniyel düşünce yapısı, insan ilişkilerindeki soğukluk yapaylık, maddiyatçılık. Bir menfaatleri olmadan en küçük bir iyilik yapmaz size bu eşek kafalı Avrupa'lılar. Zeynep'e uzun uzun anlattım. Dışarda  koca bir dünya olduğunu söyledim. Bir sürü seçeneğimiz vardı. Aklına yattı

Sonrasında sıra, gidilecek ülkeyi seçmeye geldi. Aslında Kamboçya, Tayland, Sri Lanka, İran, Tanzanya , Zanzibar, Ürdün vs hepsi olurdu alternatifimiz çoktu.  Ama özellikle Zeynep'in Japon kültürünü görmesini istiyordum. Bu fantastik ve değişik ülkeye değil ikinci sefer, defalarca gidebilirdim. Kararı verdik istikamet Japonya.

Türk Hava yollarından, birikmiş millerimle ekonomi sınıfından biletlerimizi aldık. Yolculuk vakti geldi çattı. Aslında birazda tedirgin olmadım değil, kızımla başbaşa ilk seyahatim, onuda kıtalararası Japonya da yapıyorum. Zeynep'in ilk uçağa binişi ve yaklaşık on iki saat uçucak. Acil durum senaryoları üzerinde çalıştık. Birbirimizi kaybedersek çevredeki bilindik en yakın cafe ve restauranta geçip beni bekleyecek. Ayrıca cebine 10.000 yen (218 TL) ve otelin açık adresinin olduğu kartı  koydum. Bu sefer otel rezarvasyonunu  yaptırdım. Tek başıma seyahat ederken hiç umrumda olmayan şeyler ama çocuğu kaybedersem annesine açıklama yapamam. Japonya'ya ilk gittiğimde kaldığım, Osaka'daki emektar ve mütevazi Weekly Mansion Osaka at Otemae apart otelinde;  İki kişi için günlüğü 6400 yen (139Tl) den sekiz günlük booking.com dan yer ayırttım. Osaka için güzel bir fiat. Odada mutfağımızda var.

  Antalyadaki evimizden çıktık, Onur air  uçağı yarım saat rötar yaptı. Antalya iç hatlardan yolculukta okumak için kitaplarımızı aldık. Zeynep'in kitapları ; "Çıtır çıtır felsefe Liderler ve diğerleri"(9Tl) "Clementine" (9Tl) kendimede Grange'nın "Sisle gelen yolcu " yu (33 tl) aldım. Güzel kitap, sürükleyici ve şaşırtıcı bir şekilde Grange bu sefer romanın sonunu iyi bağlamış. Zeynep'e kötü örnek olmamak için artık korsan kitap almıyorum , kitaplara 51 tl gitti toplamda.


 İstanbul'a indik. Osaka uçağına daha çok var. Dış hatlarda Burger King'te panoramik bir masa bulduk, sonunda Atatürk Havalimanına sigara içme bölümüde koymuşlar. Zeynep'i masada bırakıp sık sık yakındaki sigara içme bölümüne gittim. Burger King'te menü kazık 52 tl, dışardada sigarayla saçma sapan bir kahve içtim 5 tl.


Uçuş vakti geldi çattı. İlk bavullarımızı vermek için sıraya girdik. Önceden online check in yapmayı unutmuşum . Görevli bayan , yanyana yer kalmadı ayrı oturucaksınız dedi. Aman hanımefendi kız dokuz yaşında 12 saat nasıl yalnız uçsun dedim. Bu sırada Zeynep huysuzlandı nasıl yani yanyana gitmeyecekmiyiz , niye önceden ayarlamadın, hep böyle yapıyorsun diye bağırarak fırça atmaya başladı. Bu seyahatte stressten hata üstüne hata yapıyorum ve tamda sorumsuz bir baba imajı çiziyorum. Kadına yalvardım, valla bu afacan uçakta ayrı uçarsa yıkar ortalığı dedim. Allah razı olsun , uğraştı bir şeyler yaptı, orta dörtlü koltuğun tam ortasında yanyana iki yer ayarladı. Uçağa girdiğinizde hostesede söyleyin dedi.  O ebatla ortada 12 saat uçtum, yanımdaki Japon efendiydi tek kelime etmedi,  seyahat boyunca yer darlığından sıkıştırdım adamı.

Tam her şey bitti dedim, pasaport kontrolüne girdik pasaportları uzattım , yurtdışı çıkış harcını yatırmayı unutmuşum. Koşarak vezneye gittik, ben önde Zeynep arkada "sorumsuz baba" diye bağırarak yurtdışı çıkış harcımızı yatırdık. 2*15 tl. Resmen fantastik bir durum yaşıyorum fırça yedikçe bir şeyleri unutuyorum akabinde yeniden fırça yiyorum.

Duty Free kısmına girdik sonunda, hadi Garanti Lounge a girelim sana bir şeyler ısmarlıyayım dedim. Girişte görevli bayan kartınız platinum değil bu sebepten yanınızdaki misafirinizden 25 tl alırız dedi. Yeni uygulamaymış. Ne bankaymış arkadaş, nasıl bir misafir anlayışı, yanındaki dokuz yaşındaki çocuk misafir statüsünde ve ekstra para istiyorlar yeni uygulamaymış. Yaşadığım tüm stresi ve Zeynep'ten yediğim fırçaların hepsinin acısını , resepsiyondaki görevli bayandan çıkarttım, verdim veriştirdim.  Sonradan çok üzüldüm sonuçta  emir kuluydu, yukardan direktif geliyor kızcağızda uyguluyor, kurumsal şirket.  O sinirle hemen üst kata yemek bölümüde çıktık, Zeynep'i bir masaya yerleştirdim, sakın buradan ayrılma dedim. Büyükçe bir poşete çantamdakileri boşalttım. Boş sırt çantasıyla yeniden Garanti Lounge'a gittim. Görevli kızın şaşkın bakışları eşliğinde Shop and Miles kartımı gösterip içeri girdim. İlk bar kısmına geçtim hızlıca 4 kadeh viski ve üstüne cila niyetine bira içtim. Sonra çakır keyif olmanın etkisiyle; suratta bir gülümsemeyle, ıslık çalarak açık büfedeki sandaviçleri, kekleri, kurabiyeleri , tek tek itinayla peçeteye sararak sırt çantama yerleştirdim. Kimse tek kelime etmedi. Sırt çantam ağzına kadar dolunca ilk bağırdığım bayandan özür diledim ve dışarı çıktım.

Daha önceden sigara içtiğim, hemen Garanti Lounge in yanındaki sote olan tuvalete girdim. Bir sigara yaktım , içeri top sakal bir adam girdi, suratını ekşiterek eliyle dumanı dağıtır gibi kılkuyruk bir hareket yaptı. Bende iki elimi yana açıp, kafamı sallayarak ne diyorsun gibilerinden bir hareket yaptım. İşeyip  ellerini yıkamayı unutmadan ve sorun çıkarmadan gitti topsakal.  Alkol sonrası sigara içmek,  resmen yüzüme gözüme renk geldi. Tüm stresim kayboldu. Zannımca, depresyon denen illet her şeyi içine atıp çevrendekilere bir aksiyonda bulunmazsan oluyor. Benim gibi bilinçsiz ve şuursuz insanlarda depresyon oranı düşük seviyelerde.  Zeynep, Allahtan bıraktığım yerdeydi, ona bir kola aldım çantamdaki kek ve kurabiyelerden verdim. Güldük eğlendik.  Duty free'den iki karton sigara ve iki adet 70 lik yeni rakı aldım.

Uçuş sorunsuz geçti, yalnızca orta dörtlü  dardı. Sağımdaki japonu zorladık biraz. Zeynep, film izledi, oyun oynadı güzel vakit geçirdi. Ben sızmışım, Zeynep'in dediğine göre bayağıda horlamışım. Japonya saatiyle 18:00 gibi Osaka'ya vardık. İnişte parmak izi ve retina kontrolünden sorunsuz geçtik.

Geçen gelişimde, bavulla çıkınca özellikle beni seçip çantamın her yerini aramışlardı, bu sefer görevli memurun önüne ben koydum bavulları; buyur arayın dedim. Görevlide geç diye eliyle işaret yaptı. Artı geçen seferki gibi sorguyada alınmadım. Çocukla seyahat etmenin faydaları.
Hemen sigara içmek istedim , malesef engellendim kızım tarafından, sonra içersin ilk trene binelim dedi. Yukardaki kattan JR dan şehir merkezi Tennoji istasyonuna biletlerimizi aldık. 2600 yen (54tl).

Tennoji'de inince , otelin yakınındaki metro istasyonu Tanimachi4-chome istasyonuna gitmek için metroya yürüdük. Sağda bildiğim sigara içilebilen bir cafe vardı, hoş Japonya'da hemen hemen tüm kapalı mekanlarda sigara içilebiliyor. Yeter artık dedim şurada oturup bir sigara içicem. Kahvenin yanında ardarda üç tane sigara patlattım. Kendime geldim.


 Bu sefer tecrübeli olduğumdan sorunsuz , gayet karizmatik bir şekilde bilet makinasından Tanimachi4-chome istasyonuna iki bilet aldım. 460 yen (10tl)  Rahmetli üstad, Kemal Sunal vari yarım ağız sırıtarak  , Zeynep'e bak nasıl bilet aldım dedim. Zeynep'te ne varki bunda , üstte zaten numarayla istasyon ve bilet tutarı belirtirmiş, parayı veriyorsun bileti alıyorsun büyütecek bir şey yok dedi. Karizmatik baba hevesim kursağımda kaldı . Tüm gezimiz boyunca biletleri Zeynep aldı makinalardan. Cidden acaip bir nesil geliyor.

İstasyonumuzda indik, fotodaki bavullar her gün ayrı kıyafet giymek istediğinden Zeynep'e ait. Sırt çantasıda benim. Hayatımda ilk defa bu kadar bavul, çanta, poşetle seyahat ediyorum.


Otele yerleştik. Hemen inip Family Mart'tan dolaba yerleştirmek üzere bira , smirnof ice ve sabah içmek için  kahveyle, çay  aldım. Toplamda 2700 yen (56tl). İçki marketlerde ucuz Japonya'da. Balkona çıkıp sigarayla birlikte, ilk smirnof ice içtim sonrada 3 tane bira. İlaç gibi oldu, yüzüme gözüme renk geldi.

Sabah, Garanti Loudge'dan topladığım ganimetlerle yanında çay demleyip kahvaltımızı yaptık. Tomo'ya mesaj attım oteldeyiz ayılınca öğlen gibi otelde buluşalım dedim. Vurduk kendimizi yollara, Zeynep'e bir şehri gezmenin en keyifli yolu amaçsızca dolaşıp kaybolmaktır dedim. Dolaşırken bir baktım Japon devlet televizyonu NHK'nın binası, favori yazarlarımdan Haruki Murakami'nin 1Q84 romanında sık sık bahsediliyordu. Çok sevindim hemen yoldan geçen bir Japon'dan fotomuzu çekmesini rica ettim. Japonya'da fotoğraflık o kadar mekan var biz Japon devlet televizyonu NHK'nın önünde poz verdik baba kız. Zeynep önce bir anlam veremedi, sonradan açıkladım büyüyünce okunucaklar listesine ekledi 1Q84 romanını.
 

Fakir dostu Sukiya restaurantına girip set menü söyledik. 460 yen (10tl) Zeynep beğenmedi alışması zaman alacak Japon yemeklerine.


Öğlene doğru Tomo'dan cevap geldi, bir saat sonra otelde olurum diye. Otelin önünde beklerken , bisikletiyle "Welcome to Osakaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa" diye bağırarak geldi Tomo. Antalya'da bizde kaldığında Zeynep'le çok iyi anlaşmışlardı. İngilizcesinin ilerlemesinde yardımı oldu. "Nerdeydin lan değişik?" dedim. Gece bir parti varmış, çok içmiş üstüne bir arkadaşıyla yağmurda sabaha kadar yürümüşler. Derdin neydi dedim, anlamsızca baktı suratıma. Tam bir delioğlan bu Tomo.

İlk istikamet Osaka kalesi. Giriş 600 yen (12.5 tl) çocuklara bedava.  Zeynep ; Tomo'yla yeniden buluşmaktan çok mutlu oldu.



Yöresel bir şeyler giyip poz verdik.


Bir şeyler yemek için Dotonbori bölgesine metrodan  bilet aldık. Seyahat boyunca bilet işiyle Zeynep ilgilendi, acaip rahat ettim. Oyun gibi geldi ona.


Japonya'daki favori yemeğim olan Okonomiyaki, bir çeşit Japon pizzasından yedik. Malzeme geliyor masada kendin kızartıyorsun. Biralarla birlikte 5700 yen (118 tl) tuttu. Aslında Japonya'ya pahalı diyorlarda ; İstanbul veya Antalya'da  bu konsepte bir restaurantta 3 kişi tıka basa yesen birayada yüklensen iki katı hesap gelir. Maşallah Tomo delioğlanının sigara ve bira içmede benden aşağı kalır yanı yok.


Dotonbori'den, Namba'ya doğru vurduk kendimizi yollara.


Namba'da, içi envai çeşit oyun makinası olan bir gökdelene girdik. Zeynep kendini kaybetti burada. Çocukluğumuzun atari salonları geldi aklıma çok daha iptidai ortamlarda bende oyun oynarken kendimi kaybederdim. Tomo'yla birlikte bizde şuursuzca daldık oyunlara zevkli vakit geçirdik.


Kanalda yürüdük.


Hayatımın hatasını , Zeynep'i Apple Store'a sokmakla yaptım. Uçtuk gittik, bir adet ipad ve ipod touch la  paçayı zor kurtardım.
 

Bayağı bi yorulduk. Tomo'yla vedalaştık. Otelimize çekildik. Sızıp kalmışım gece 01:00 gibi Zeynep'in sesiyle uyandım. Ve o an , yıllardır yazılarımda dalga geçtiğim , merak edip olmak isteyip ama hiç olamadığım jetlag gerçeğiyle yüzyüze geldim. Zeynep hala Türkiye saatindeydi. Hoş onun iddiasına göre jetlag olmamış benim horlamama uyanmış. Baktım Zeynep'in uyuyacağı yok, dışarı çıktık. McDonalds'ta bir şeyler yedi bende Sukiya restaurantında yedim. Dönüşte içki stoğumu tazeledim. Ne jetlag mış arkadaş, sinirden üç bira ve bir şişe sake yi bitirdim. Sabah 04:00 gibi sızmışım. Soğuk sake güzel gitti cila niyetine.


Sabah zar zor onda uyandık. Hedef Universal Studios!! Otelden nasıl gidileceğini öğrendik. Metrodan, JR'a aktarma yapıyorsun şehir dışında bir yer.

Zeynep'in haliyle uykusuzluktan siniri bozuktu. Bağırdı çağırdı senin horlaman yüzünden sabaha kadar uyuyamadım diye. Bende , bak kızım jetlag denilen bir olgu var, senin biyolojik saatin Türkiye' ye göre ayarlı, ben nedense nereye gitsem hemen oranın saatine adapte oluyorum ama sen olamadın diye gayet bilimsel bir şekilde açıklamaya çalışsamda ; pek başarılı olamadım. Dahada sinirlendi. Yol boyu fırça yiyip durdum.

Aktarma yaptığımız istasyon , Zeynep daha sinirini ve uykusuzluğunu atmamış.


Universal Studios'a gelince anında neşelendi afacan. Giriş için toplamda 9700 yen (200 Tl) verince bende bir anda üzüldüm. Girişte bu ücreti ödüyorsun içerde her türlü aktivite bedava.


Girişte karşılama merasimide eğlenceli,  bir sürü çizgi film karakteri şarkı söylüyor, bağırıp çağırıyor.




İtiraf etmek gerekirse, bu yaşına kadar çocuğum için yaptığım en büyük fedakarlık; ard arda üç kere "Space Fantasy" filminin canlandırıldığı roller coster ına binmekti. On iki yaşından küçüklerin tek başına binmesi yasak. Oturduğumuz kabinler zaten çocuklar için ve minik Japon ırkına göre yapıldığından; emniyet barları bizim kabinde zar zor kapatıldı. Ama helal olsun çok efendi millet bu Japon'lar, ne güldüler ne dalga geçtiler. Kabin son sürat aşağıya iniyor, etrafında dönüyor, allak bullak oldum. Dengemi şuurumu kaybettim. Dualar eşliğinde turu tamamladım, tam bu işkence bitti derken;
Zeynep ne olur bir daha binelim dedi. O kadar tutturduki, hadi binelim madem dedim. İkinci turun sonunda artık bir şey hissetmiyordum, bir daha binelim teklifini gülümseyerek kabul ettim. Üçüncü turdan sonra  Nirvana'ya ulaşmıştım. Yürürken düşüyordum az daha. Gülümseyerek parktaki sigara içilen bölüme geçtim, üçüncü sigara sonrası hala gülümsüyordum. Kahveyle biraz kendime geldim.


Yürürken çocukluğumun efsane filmi Back to the Future'ın bölümüne geldik. Marty ve Doktor. Zemeckis üstad ne film çekmiş. İmitasyon Delorean'ı görünce ağlayacaktım neredeyse.  Dile kolay 1985 yapımı film, 13 yaşındaydım betamax video dan izlediğimde. Tam 30 yıl sonrasına 2015 yılına ışınlanıyorlardı yani bir yıl pardon 3 ay sonrasına. Peki sormazlarmı adama "Uçan arabalar nerede alçaklar?" diye. Füturistik bir gelecek çizmişlerdi. Malesef pek bir şey değişmedi, betamax veya vhs videoların yerini önce dvd'ler sonra blueray ler aldı. Bu seferde ben kendimi kaybettim, ne olur buna girelim diye. Zeynep'e anlatıp durdum nasıl fantastik bir film olduğunu.


Çıktığımızda bu seferde benim zamanımın diğer efsanevi filmi Terminator bölümüne rastladık. Arnold amcamı es geçmek bana yakışmazdı. Amcam hala The Expandables te fırtına gibi. Yine tutturdum bunada girelim diye. Çocuk için gelmiştik Universal Studios'a ben şuurumu kaybettim. Aman ne yapayım hepsi çocukluğumun muhteşem filmleri. Yalnız gösteri muhteşemdi, sinema salonunda efendi gibi filmimizi izlerken filmin gidişatına paralel bir şekilde,  yukardan iplerle adamlar indi. Salonun içinde koştular, yandan robotlar fırladı, birbirlerine ateş açtılar. Patlamalar, sis, yere düşen kovanlar filan hepsini düşünmüş adamlar.  Cidden kaptırıyorsun kendini. Bu sefer çıktığımızda ben yalvardım ne olur bir daha girelim diye. Sağolsun kırmadı kızım beni.


Zeynep nasıl travmatik bir çocukluk geçirdiyse, Örümcek Adam'la evlenmek istiyordu 5 yaşındayken. Bende sigortası olmadan damlarda hoplayıp zıplıyor diye vermiyorum demiştim. Allah korusun damdan dama atlarken düşüp bir yerini sakatlayabilirdi. Bayağı bir ağlamıştı. Tabi şiddetle reddetti hatırlatınca, tipi değilmiş. Zaten gösteride vasattı. Oldum olası sevemedim Örümcek adamı, denyo gibi şuursuzca damdan dama atlayıp duruyor, sefalet içinde beş parasız yaşıyor, bir felsefesi, bir hayata bakış açısı yok. Madem büyük güç büyük sorumluluk gerektiriyor, biraz hayatına çeki düzen ver.


Jurassic Park'ta dinozorların saldırısına uğradık.



Bindiğimiz tekneye Jaws şerefsizi saldırdı. Nasıl sinsi gibin sağdan daldı tekneye aynı filmdeki gibi , çok gerçekçiydi. Korktum biraz. Sözde Zeynep eğlensin diye zorla gelmiştim bu eğlence parkına resmen çocukluğuma döndüm.


 Tüm gün eğlenceden canımız çıktı. Yemek yemeyide unutmuşuz. Hemen çıkıştaki Hard Rock Cafeye  gittik.


Sakin sakin efendi gibi yemeğimizi yerken bir anda ortalık şenlendi. Herkesi piste kaldırdılar. Şuursuzca dans ettik pistte.



Otelimize geri döndük.  Zeynep ilk sen uyu , ben sen daldıktan sonra uyuyacağım , bu şekilde  horlamam seni uyandırmaz dedim. O kadar yorgun olmasına rağmen malesef jet lag yüzünden yine uyuyamadı. Sohbet ettik, günün kritiğini yaptık, ben balkonda kitap okuyup birayla sigara içtim o da kitaplarına daldı. Grange her zamanki gibi sürükleyiciydi allahtan seyahatlerde yanıma kitap alırım .  Yine sabah 04:00 yaptık.  Sabah 10:00 gibi Tomo'nun telefonuyla uyandım, tayfun var bugün Nara'ya gidemeyiz dedi kapadı telefonu. Uykusuz halimle anlamadım ne diyor bu denyo dedim kendi kendime ne tayfunu.  Aşağıya resepsiyona indim , ne iş birader bir şeymi geliyor bugün dedim. Dışarı çıkmayın bugün tayfun vurucak Osaka'yı dediler. Ulan güvenli ülke diye Japonya'yı seçmişim kızımla gelmek için... Depremdi, tsunamiydi, radyasyondu, tayfundu.... Ne ayaksınız siz diye söylenerek odaya gittim. Zaten şu jetlag belası yüzünden iki gündür uykusuzum.

 

Balkona çıktım, hayatımda hiç tayfun görmediğimden nasıl bir şey diye baktım. Antalya'da kışın olan fırtınaların benzeri , şiddetli rüzgar ve yağmur. İçeri geçtim, yorgunluktan uyuyup kalmışım. Öğleden sonra 16:00 gibi uyandım, Zeynep hala uyuyor haliyle kaç gündür uykusuz.  Uykumuzu aldık ikimizde. Garanti Loudge dan topladığım ganimetler hala duruyor. Bitmediler bir türlü, halbuki sorun çıkarmasalardı muasır medeniyet seviyesindeki insanlar gibi klasik müzik veya caz eşliğinde iki parça bir şey yiyip çıkıcaktık mekandan. Ye ye bitmedi kekler. Kendimden utandım amma doldurmuşuz çantayı diye. Çay demledim , Zeynep'i uyandırdım yemeğimizi yedik. Yağmurun şiddeti azalmış dışarıda. Tomo aradı , tayfun yalayıp geçmş Osaka'yı, bir zarar vermemiş. Geçen sefer, Japonya ya geldiğimde gittiğimiz mekanda, Dublin Bay de limitsiz Takoyaki partisi var dedi. Ulan  değişik , yanımda 9 yaşında çocuk var Türkiye de bile bara almazlar değil Japonya'da dedim.

Sahibiyle konuşuruz belki kabul eder dedi. Yeri unuttum bir daha tarif et dedim. Metroya binin Namba da inin çıkış 25 te bekliyorum diye tarif etti. Metro istasyonu düşünün biz 25. çıkışta buluşacağız. Kim bilir kaç çıkış var. Zeynep dedim yürü partiye gidiyoruz ve sakın bu yaşta bara gittiğimizi annene söyleme dedim. Acil durumlar için duty freeden aldığım 2 adet 70 lik rakıyı ve her seyahatte yanımda taşıdığım iki adet rakı bardağını yanıma aldım.

Tomo'yla buluştuk, bara gittik, geçen gelişimde kış diye alt katta bir yeri var orada içmiştik yazın terasa çıkıyorlar.  Bar sahibiyle tanışmamıştım ama beğenmediği müşterileri kovan bazen döven deli bir adam diye bayağı methini duymuştum. Adam müşteri kovmasına rağmen yıllardır müdavimi olan kemikleşmiş bir müşteri kitlesi var . Mazoist çok Japonya'da. Hepimiz yukarı çıktık adamla karşılaştık yanında underground tipli piercingli küpeli mor saçlı anime lerden fırlamış kız arkadaşı, adamda sakallı bıyıklı, filmlerdeki yakuzalara benzeyen nemrut bir tip.  Tomo Japonca bir şeyler söyledi. Adam ve garip kız arkadaşı bana baktı ben ikisine baktım. Bir süre sonra tamam geçebilirler dedi. Fotoğraflarını çekmeme izin vermediler.

Takoyaki , un gibi bir şeyin içine ahtapot parçaları koyuyorlar sonra özel bir mangalda pişiriyorlar. Birayla uyumu güzel. Bizede hazırlamasını öğrettiler. Partinin giriş fiatını  bilmiyorum Tomo ödemiş tüm masrafları, jest yaptı delioğlan.







Biralar geldi, sakeler gitti .Patlayıncaya kadar limitsiz Takoyaki yedik. Ortam güzeldi


Bir sürü arkadaş edindik. Zeynep zevkli vakit geçirdi. İçki ve sigara sınırlanmasına karşı cins markajınıda ekledi. Benimle , Nakamoto ve Nako arasında set çekti Zeynep.


Soldaki Newyork lu bilgisayar oyun programı yazarı Benjamin. Kafa elemandı. Sağdakinin adını unuttum. Bu sarı aksesuarla ciddi mekan sahibinin yakın arkadaşıydı.



Tomo'dan buzluğa attığımız rakıları getirmesini söyledim. Zaten adam barın çalışanı gibi her yere girip çıkıyor. Vaktinin büyük kısmı bu barda geçiyor. Ortam Friends dizisindeki bar gibi. Herkes müdavimi veya müdavimlerin arkadaşları, bizim gibi.  Zaten dışarıdan bilmeden burayı bulmak çok zor.

Bardakilerden toplanmasını istedim, bakın dedim sihir yapıyorum. İki kadehe rakı doldurdum, yavaşça suyu döküp beyaz rengi alınca herkes Japon lara özel hayret nidaları atmaya başladı. Uzun uzun dilim döndüğünce, yetersiz ingilizcemle rakı içme adabını, Türk geleneklerini anlattım. Rakıya gerekli saygıyı gösterin dedim. Osaka'da güzel bir çilingir sofrası kurdum.

Yaşım büyük olduğu için Ben kadehini altta tutuyor. O kadar anlatmaya unutsaydı Osmanlı tokatını çakardım.



Japonla'rı hijyen manyağı sanırdım, partideki herkes aynı kadehten rakıyı içmeye başladı.

Kimi kırk yıllık müdavim gibi içti. Adnan Boysan; üstad bu manzarayı görseydi sevincinden hüngür hüngür ağlardı. Sanki yıllardır rakı içiyormuş gibi götürdü rakıyı adabıyla Japon kardeşimiz. bir yudum rakısından aldı sonra bir çatalla takoyakisini ikiye ayırdı meze niyetine götürdü. Alkışladım, cidden tam ritüeli yaptı.


Şu kadeh tutuştaki , rakı bardağıyla selam verişteki asalete bak.


Elimden geldiğince içmede yardımcı oldum herkese.Mikiko  da beğendi rakıyı.


Merak edip yan masadakilerde katıldı olaya. Bir kişi ise malesef tadını beğenmedi. Olsun beğeni yüzdesi yüksekti.



Bira, sake ve üstüne rakı gelince ortam koptu gitti. Tomo artık paralel evrenlerde.


Zeynep'te yoruldu


Dönüşte taksiyle gittik otele.  Metro vakti geçmişti. Kaç yen verdim hatırlamıyorum ama muhtemelen iyi bir miktardır zira taksi pahalı Osaka'da. Üçüncü gece artık Zeynep atlattı jetlagı. Mışıl mışıl uyudu. Sabah yine Garanti sağolsun kekler, kurabiyeler yanında çayla balkon keyfi.

Sabah, Tomo her zamanki gibi uyuyakaldı. Akşamdan kalma bir halde geldi. Ulan içmeyi bilmiyorsan niye içiyorsun dedim. Anlamsızca baktı suratıma. Metroya atladık ana istasyonlardan Tennoji'ye geçtik.


Biletleri yine Zeynep aldı.  Sırf şu teknik tuktik , hayatın her alanında olan makineler yüzünden Japonya'ya kesinlikle çocukla gidin. Tomo dan çekinmeden yardım istiyor , Tomo yoksa yakındaki görevlilere soruyor, yazıları anlamaya çalışıyor. Oyun gibi geldi ona, her başardığındada sanki bölüm atlıyordu. Acaip rahat ettim, hatta işi ilerlettim alışverişi , restaurantlarda hesap ödemeyide Zeynep'e yıktım. Ipod touch la hesaplıyor , para üstünü sayıyor. Başka seyahattede sıkı pazarlık etmesini öğreteceğim zira bu ülkede pazarlık nedir bilmiyorlar. Birde bahşiş mevhumuda yok para üstünü geri veriyorlar.

Nara'da indik, Tomo ayılsın diye, favori mekanlarımızdan olan fakir dostu Mr Donut'a gittik. İlk kahve paralı sonrasındada limitsiz kahve alabiliyorsun. Donutlarıda lezzetli ve ucuz. Tomo'yla zevkli bir sohbete daldık. Japon mitolojisi, Nara'da caddelerde evcil hayvan gibi dolaşan binlerce geyiğin mitolojik hikayesi, Türk diliyle Japon dili arasındaki benzerlik, Japonya'daki  ahlak anlayışı, niye harakiri yapıyorlar? ve bunun gibi bir sürü şey. Haliyle limitsiz kahve bedava oluncada anında adam başı birer paket sigara yalan oldu. Zeynep sıkı bir sigara karşıtı olarak delirdi sonunda. Yeter artık dedi, deli gibi sigara içiyorsunuz , zehirleniyorum burada diye Tomo'nun ağzındaki sigarayı alıp söndürdü. Bende dahada dellenip bize zarar vermesin diye tamam söz seneye doğumgününde sigarayı bırakacağım dedim. Demez olaydım başka bir yazıda anlatırım başıma gelenleri.



Nara, kesinlikle gezilip görülmesi gereken bir kent Japonya'da. Yüzlerce geyik , evcil kedi misali caddelerde aheste aheste yürüyüp dolaşıyor. Kutsal olduğuna inanıyorlar. Hikayesini  netten bulun  okuyun. Copy paste yapmaya üşendim.

Zeynep ilk başta korktu geyiklerden. Elimi bırakmadı , ne yalan söyleyeyim bende afalladım bir anda zira sıradışı bir manzara var. Normal bir kent ve sanki doğal bir şeymiş gibi etrafta yürüyen geyikler. Fantastik bir ortamdı. Bu teknoloji ülkesi süprizlerle dolu.



Neyse Tomo devreye girdi, Zeynep alıştı geyiklere.



Kraker benzeri bir şeyler satıyorlar geyiklerin yemesi için. Besledik elimizden geldiğince.



 Bizim ülkede bu kadar geyik dolaşsa caddelerde, kesinlikle kesip mangal yaparlar dedim.



Tomo'ya geyikler saldırdı. Şaka değil cidden boynuz, tekme tokat allah ne verdiyse hırpaladılar Tomo'yu. Hatırladıkça gülüyorum. Komedi filmi gibiydi gülmekten filme alamadım.



Meğerse kentin bu kısmı ormana yakın olduğundan  biraz vahşiymiş arkadaşlar. Bizim dangalak aldıklarını burada yedirmek istedi hayvanlara. Şehir merkezinde  hırlamadan tıslamadan efendi gibi yiyorlardı. Tomo'nunda haberi yok tam şaşkın bu çocuk. Gülüyorumda iyiki elimdeki yemleri ilk başta bitirmiştim. Yoksa Tsunami, deprem, tayfuna , geyik saldırısınıda ekleyecektim. Şaka gibi Japonya ya gittik geyikler saldırdı diye anlatırdık herkese. Kimseyi inandıramazsın.

Tabelayı görünce anladık olayı. Allahtan knock down etmediler tabelaya istinaen. Ama beslemeye çalışmazsan sebepsiz saldırmıyorlar.



Çok güzel parklar var. Dolaştık durduk. Yorulunca dinlendik.



Sigara molası verdik. Ulan Tomo ,  cidden harika tatil yaşattın bize . Sık sık laf edip kızdığıma bakma severim seni köftehor dedim. Yine anlamsızca baktı suratıma. Bu Japon'larda ne kızma ne üzülme ne sevinme belirtisi yok arkadaş. Biz olsak vay kardeşim benim diye ağlayarak sarılırız birbirimize hoyratça. Tabi sonrasında bir anda kendimize gelir kaldığımız yerden üçkağıtçılığa devam ederiz. Kültür farkı işte.



Sushi yemeğe gittik.  Zeynep'e bak ülkemizde hava atıp duruyorlar , dünyanın parasını veriyorlar. ay canım dün sushi yedik diye halbuki burada fiyatı gayet uygun dedim .  Tabağı 100 yen (2tl) . Fakir yemeği sushi Japonyada. Kurufasülyenin veya kokoreçin başka bir ülkede meşhur olup sosyetik olmaya çalışan denyo tabiatlı  insanların bunları yiyerek hava attığını düşünsene . Türkiye'de lüks restaurantları ve tiki mekanları yasakladım o parayla ülkesinde yeriz dedim bu yiyecekleri. Mantıklı buldu.  Onbeş  tabak yedim herhalde, usta önünde hazırlıyor banttan istediğini alıyorsun. Pirinç üzerine bir şeyler koyup rulo yapıyorlar maliyeti ne kadar. Aynı paketi bir liranın altından satın alıp, çeşit çeşit egzantirik adlarla lüks yerlerde uçuk fiata satılan makarnalar gibi. Buralara makarna pazarlayan bir arkadaşım var oradan biliyorum paketleri görseniz eve sokmazsınız .



Trene atlayıp otelimize geri döndük. Sabah istikamet Osaka akvayumu Kaiyukan. İlk büyük bir dönme dolaba binip şehri izledik yukarıdan.



Sonra akvaryumu dolaştık, bizdekilerle aynıydı . Bir espirisi yok gitmesekte olurdu. Yetişkin 2000 yen (41tl) çocuk 600 yen (12tl). Akşam Dotonbori de takıldık. Tomo yla buluştuk. sohbet muhabbet gün bitti.
Ertesi sabah, Zeynep le , bugün kentte amaçsızca yürüyüp kaybolacağız diye karar aldık. Ne haritaya bakacağız nede plan yapacağız. En sevdiğim gezi biçimi.  Metroya atladık şehir merkezi Tennojide indik. İstasyonun çıkışında karşıda büyük bir park vardı oraya gittik.



Parkın içine bir hayvanat parkı daha yapmışlar. Giriş ücretsiz. Bir bizdeki şehir merkezlerindeki yeşil alan ve parkları düşünüyorumda sonra düşünmekten vazgeçiyorum. Adamlarda yerde yok şu yeşil alan müsrifliğine bak. İnsan diker bu kadar boş yere üç beş avm, bir kaç balkonsuz lüks site. Hiç kafa çalışmıyor. Halk park bahçe değil kapalı mekan avm istiyor hala öğrenememişler. Nara'nında her yeri park bahçeydi. Birde yer yok ülkemizde üst üste diye ağlar bu Japon lar. Söylene söylene parkta yürüdüm.


 

Etrafta zürafalar dolaşmaya başladı. Şehir merkezinde parkta zürafa. Cidden fantastik her an sizi şaşırtma potansiyeli olan bir ülke Japonya.



Sihirbazlık gösterisini izledik. Zeynep'in hoşuna gitti. Ben birayla sigara içtim.



Orta karar bir Avm büyüklüğündeki alana, tellerle kapattıkları kuş mekanı yapmışlar. İçerde bir sürü kuş uçuyordu umarsızca. Hiç gereği yok halbuki boşuna masraf. İzle dur uçan kuşları nereye kadar.



Okonomiyaki yedik. Dinlendik sonrasında kendimizi yine vurduk yollara. Yine NHK nın yerine rastladım,  dikkatli bakınca , Osaka tarih müzesinin tabelasını gördüm. Bina içinde 7-8-9 ve 10. katlarda. Burayı şiddetle tavsiye ederim. Yetişkin 600 Yen (12 Tl) çocuk bedava.  Osaka tarihinin nezdinde Japon tarihini ayrıntılı inceleyebilirsiniz.



Eski Osaka'nın canlandırıldığı maketler vardı.



Çocuklar içinde bölüm var. Zeynep bir sürü deney yaptı burada. Bilimi sevdiriyorlar çocuklara çeşitli oyunlarla.



 Bu binaya bayıldım. Dalga efektine kadar vermişler.



Sabahtan beri bayağı bir yürüdük. Kanala varmışız, kanalda tekne turuna katıldık. Yetişkin 700 yen (15 tl) çocuk 300 Yen (6 tl). Enlemesine nehirden dolaştık Osaka'yı. Rehber neşeli neşeli Japonca anlattı bir şeyler.



Bu foto şehrin simgelerinden.



Sokak satıcılarından bol bol Takoyaki yedik. Birayla iyi gitti. Otelimize vardık. Zeynep jetlagı tamamiyle atlattı. Yorgunluktan sızıp kaldı, horlamamı bile duymadı. Yarın istikamet , onların Antalya'da bizde, benimde Tanzanya'da yanlarında kaldığım dost aile Andres'ler. Hiroshima'ya tayini çıktı Andres'in, hazır Japonya'ya gelmişken görmeden gitmek olmaz.



Sabah uzun uğraşlar sonucu Zeynep'i bavulları otelde bırakmaya ikna ettim. Resepsiyona; dönüş tarihim belli değil , bavullar 4-5 gün burada kalabilirmi dedim. Sağolsunlar kabul ettiler. Eski küçük sırt çantamla yine yollardayım. Zeynepte sırt çantasını aldı. Dünya varmış, neydi o bavullarla seyahat. Kaç ülkede yalnız bırakmadı beni bu küçük çanta. Her tarafı yırtıldı ama prensip olarak işlevini kaybedecek kadar parçalanmadığından değiştiremiyorum . Aynı durum 1998 de tüplü bir Sony televizyon aldım hala canavar gibi çalışıyor. Tamire bile gitmedi. Haliyle ev ahalisi yeni modellerden duvara monte edilen büyük ekran  zımbırtılardan istiyor bende prensip olarak redediyorum. Çatı antenide hala çalıştığından kablo tv de almadım. Beş , altı tane ulusal kanal  , iki tanede yerel kanal çekiyor sadece.  Herkes isyanlarda evde. Olsun hiç  pişman değilim;  bu taktikle mecbur kitap okumaya yöneldiler. 

Sabah Shinkansen istasyonuna gittik. Dışarda ben sigara içerken Zeynep'i bilet almaya yolladım. Geri döndü, biletler toplamda 15.000 yen (310 tl) tutunca şaşırmış. Garibim alışmıştı tabi 1000- 2000 yenlik biletler almaya. Uçak bileti gibi parayı bayıldık. Her zamanki gibi plansız programsız gittiğimden Japonya'ya malesef  Japan rail pass ten faydalanamadık. Siz gitmeden muhakkak alın. Ekonomik oluyor.

Shinkansen saatte 350 km yapıyor. Yağ gibi akıyor namuzsuz .



Sigara içilen bölüm var. Biz sigara içilmeyen bölümde oturduk çocuğun daha fazla zehirlenmesine gönlüm razı olmadı. Japon'lar  her ortamda sigara içiyorlar. Sigara içme odasına geçtim hemen yanında kahvede satıyorlar. Yüksek hızda manzaradan pek bir şey anlamadım , ağaçlar direkler filan hemen geçiyordu, düz alanlarda biraz manzaranın keyfini çıkardım.



Andres titiz bir arkadaş. O kadar ayrıntılı açıklamışki oturduğu evi psikopatlık derecesinde.
Bulamamak için özel yeteneklerin olması lazım. Muhtemelen adamın üzerinde akıllı ve bilinçli bir insan evladı imajı bırakmadım. Hala bu lakayitlikle Tanzanya'dan nasıl sağsalim çıktın der durur. Andres'in adres tarifinin birebir Türkçe'si;

"Hiroshima da shinkansen indin.ilk işin "Miyoshi Liner" 9.platforma gideceksin.Hattın esas ismi "Geibi Line"
Geibi Line Istasyonları şu şekilde ; 1 - Hiroshima 2 - Yaga 3 - Hesaka 4 - Akiyaguchi 5 - Kumura 6 - Shimo Fukawa 7 - Naka Fukawa ( senin inecegin istasyon bu) 8 - Kami Fukawa 9- Karuga
Sen 7 nolu Naka Fukawa istasyonunda ineceksin. Yanlız dikkat etmen gereken cok önemli bir nokta var. Sakın "Miyoshi express" trenine binme o tren Naka fukawa da durmuyor. ""Miyoshi liner" ile gideceksin.birde Tsukin liner var. Onada sakın binme. Özetle: Hiroshima stn 9.Platform Geibi Line,Miyoshi liner,Naka Fukawa Station

Gelelim evin tarifine:

Naka Fukawa istasyonunda indin.İstasyondan çıkıp bisiklet parkından sola dönüyorsun.Kuzeye Misasa Nehrine dogru düz yürüyorsun.Küçük kırmızı,gümüş köprüden geçiyorsun.Karşında Myoko-ji tapınagı olacak.Köprüyü geçtikten sonra ilk solda "25-14 Fukawa" yazan tabelanın sagındaki 2.ev evin kapısında nazar boncugu ve tanzanya tinga-tinga işareti var. Kapısında soyadlarımız  "Eguiguren" yazıyor.
İstasyondan ev yürüyerek 5dk mesafede"

Birde kendimin Antalya'ya gelen couchsurfing üyelerine adres tarifimi düşündüm, akıllara zarar. Kaç kişi kayboldu bu sebepten.

Evi haliyle sorunsuz bir şekilde bulduk. Yolda Zeynep'e " Gözünü seveyim olur olmaz bana bağırıp , rezil etme " dedim. Zira sohbetlerimizde alkollü kafayla sık sık Türk erkeklerinin ne kadar maço olduğunu anlatıp durmuştum Andres'e. Halbuki net olarak tüm ömrümüz kadınlardan fırça ve trip yiyerek geçiyor. Dünya trip şampiyonası olsa açık ara alırlar kupayı  bayan millilerimiz.

Naka Fukawa mükemmel bir köy. Ne şanslı herif şu Andres. Hoş buradada canı sıkıldı arkadaşın şimdi ailecek Malezya'dalar. Adamın iki seneden sonra bir ülkede canı sıkılıyor.

Hemen mutfağa geçti , ev yapımı pizza hazırlamaya başladı. Geçen Tanzanya seyahatimde Andres yoktu, şimdide Bao yok, işlerini kontrol etmeye Tanzanya'ya gitmiş. Andres'in işi zor, iki çocuk, okul , yemek , bulaşık, temizlik artı okulda öğretmenlik. Tam Türk kızlarının bayılacağı ideal bir erkek. Şili'li kendisi. Mutfakta harikalar yaratıyor üstüne birde özel cezvesiyle yaptığı kahve sohbetle birlikte iyi gitti.


Yemek ,kahve ve sohbetten sonra Andres sınav kağıtlarına bakmam lazım dedi. Bende Ethien le Zeynep'i alayim köyü dolaşalım dedim. Büyümüş kerata. Sebastian okulda. Fantastik çocuklar, ana dilleri Vietnamca, baba dili İspanyolca, evdeki ortak dil İngilizce, Tanzanya dilini öğrenmişler. Şimdide su gibi Japonca konuşuyorlar. Moralim bozul ben kaç yıldır İngilizceyi öğrenemedim. 

Köyde tura çıktık. Herkes güleryüzlü, kime rastlasam gülümseyerek Japon'lara özgü selam veriyor.
Amcam evinin yanındaki bahçede piriç yetiştiriyor.



Huzur buldum Naka Fukawa da.






Akşama kadar bol bol yürüdük çocuklarla



Eve vardığımızda Andres kek yapıyordu. Sıcak kek kahveyle birlikte güzel gitti.  Şimdi allahı var Andres, mükemmel ev sahipliği yaptı bize.  İyi niyetli ve naif bir adam.  Zeynep'le bana yaklaşımı hep kibarca ve mesafeli. Mesela Japon'larda şimdilerde bizimde ufaktan geçtiğimiz ev atıklarında sıkı bir geridönüşüm kuralları var. Evdeki çöpleri muhakkak ayırıyorsun. İşte çöpü atarken Andres; "Katı atıkları şu kutuya atsan daha iyi olur" diye yaklaşıyor konuya. Yada " Ben kek yaparken sende tabakları masaya koyabilirmisin"  tarzı naif, gayet şiirsel cümleler.
Ama arkadaş nedense bu tarz yaklaşım bende hep  stres yaratmıştır. Benim gibi adama seçenek vermeyeceksin,  şu şekilde yapacaksın de olsun bitsin. Ödüm koptu evdeyken bir yanlışlık yapacağız adamın düzenini bozacağız diye. Zeynep'ide stres ettim, ortalığı dağıtma, banyoyu ıslak bırakma, tabakları yıka diye. Bulaşık yıkamak bile ayrı olaydı neyi nereye yanlış yapmadan koyacağız .  Banyodan sonra defalarca kontrol ettim, yerler ıslak kalmışmı, ortalığı dağıtmışmıyız , hep bir yanlış yapıp adamı üzüp kırma  korkusu.
Halbuki, biz bir yanlış yaptıkmı,  annelerimizden devamlı kafaya güdümlü terlik yemiş bir nesiliz. Andres'in eşi Bao' nun misafiriyken Tanzanya'da çok rahattım. Hoşuna gitmeyen bir durum olursa ,yarı ingilizce yarı vietnamca bağırıp çağırırdı.  Emir kipiyle konuşurdu bir şeyin yapılmasını istediğinde. "Evi dağıtma", "Ne bakıyorsun sofrayı kursana" "Şimdi işim var siz dışarda gezin dolaşın evde kalabalık etmeyin" diye çocuklarla beni dışarıya postalamıştı.  Hele aşırı içtikten sonra Loi'yle ikimize attığı fırça tam bir Türk annesi performansıydı.  Resmen evimde gibi hissetmiştim  kendimi. Çok rahattım Bao nun misafiriyken Tanzanya'da.

Akşam Sebastian'da geldi okuldan. Oynarlarken defalarca Zeynep'i uyardım fazla çoşma diye.



Oyundan sonra Hiroshima usulü Okonomiyaki yapan bir restauranta gittik. Bu stilde, makarnadan yapıyorlar . Osaka usulünü tercih ederim.



Sabah , Andres'inde tatil olmasını fırsat bilerek Miyajima adasına doğru yola koyulduk. Malesef  Sebastian bize katılamadı onun okulu varmış bugünde.



Önce trenle Hiroshima ya geçtik. Oradan yeniden tren. İndiğimiz istasyonun adını unuttum, oradan feribotla adaya vardık. 



Bol bol istiridye yedik.



 Klasik pozumuzu verdik. Arkadaki Torii kapısı oldukça meşhur her broşürde görebilirsiniz Japonya' yla ilgili. Adanın hikayesinide netten bulun okuyun , kültürlenin.



  Burdada her yerde serbestçe dolaşan geyikler vardı.


Tapınakları dolaştık.



Andres dağa yürüyerek çıkabilirmisin dedi. " Yes Of Course" dedim. Vurduk kendimizi yollara.





Tepeden manzara iyiydi.



Adanın genelinde, tapınaklarda bir dinginlik hakim.



Bu Japonya seyahatinde hiç yürümediğim kadar yürüdüm. Akşam yorgun argın eve vardık. Hemen uyumuşuz. Ertesi gün Andres işe gitti. Bizde Zeynep'le Hiroshima merkezine gidelim dedik. Atom bombasının hikayesini hep merak etmişimdir.

Sıfır noktası, bomba yere varmadan altı yüz metre yukarıda tam bu binanın üzerinde patlamış. Şaşırtıcı bir şekilde binanın bir kısmı sağlam kalmış.


Gruplar halinde bir sürü küçük okul çocuğu gördük. Defalarca duyduğum, Japon'ların öğrencileri Hiroshima ya getirip çok çalışmazsanız sonunuz bu şekilde olur hikayesini uydurma olduğunu sanırdım. Öğretmenleri ne anlatıyor anlamadık ama buraya  öğretmenler eşliğinde küçük çocukların geldikleri bir gerçekmiş.




Hiroshima Peace Memorial müzesine gittik. Burası çok etkileyiciydi. Tavsiye ederim. Giriş bedava.



Maketlerle şehrin  atom bombası  patlamadan önceki halini gösteriyorlar ve bomba patladıktan sonraki  halini.





Korkunç bir yıkım, kent yok olmuş.



Grange'nın bir romanında geçiyordu. Atom bombası patladığında taşın üzerinde oturanın vücudu buharlaşmış, gölgesi taşta kalmış. Malesef buda gerçekmiş, taşı söküp müzeye getirmişler.



Sağ kalanların hali içler acısı.



Demokrasi ve insan hakları havarisi kesilen Amerika'nın bu bombayı hiç çekinmeden iki kere kullandığını söyledim Zeynep'e. Aslında kafamda karıştı, 9 yaşındaki çocuğu bu müzeye getirip, bu konulardan bahsetmek ne derece doğru muallakta kaldım. Sonra nasılsa Japon'larda çocuklarını getiriyor , bazı şeylerin şimdiden farkına varsın dedim kendi kendime. Zeynep o günden itibaren, amerikan fast food larında yemek yemiyor, kola içmeyide bıraktı. Hollywod filmlerinin etkisinide silmek zaman alacak.

Her türlü kapalı mekanda sigara içen bu ırk, zaman zaman büyük parklarda, dış mekanlarda sigara içme yasağı koyuyor. Koca alanda sigara içmek küllüyen yasak.



Hiroshima çocuk müzesine gittik. Hoyratça tren kullandık.


Çeşitli bilimsel deneyler yaptık. Oyun gibi oluyor çocuklara bu şekilde sevdirmek lazım bilimi. Çok zevkli vakit geçirdik.

Çıkışta yemek yedik. Biralar dahil bize göre lüks bir italyan restaurantında 4000 yen (82 tl) Yemek Türkiye'ye göre ucuz Japonya'da.





Yemek sonrası Hiroshima kalesini dolaştık



Tramvaya bindik.



Naka Fukawa ya geri döndük. Marketten bolca bira aldım. Andres sağolsun mangalı yakmış.



Japonya kırsalında mangal enteresan bir deneyim oldu. Keşke Osaka'da çoşup iki 70 lik rakıyı barda ona buna dağıtıp bitirmeseydim. Çok canım çekti mangalda.



Çocuklar bahçede samuraycılık oynadı. Akıllı , uslu , saygılı komşunun Japon veleti iş kılıç kullanmaya gelince kaplan kesildi. Kök söktürdü Sebastian ve Ethien'e.



Bira içtik. Andres'le bol bol sohbet ettik.  Sabah hüzünlü ayrıldık zira güzel vakit geçirmiştik Naka Fukawa'da. Kesinlikle tası tarağı toplayıp gelip yaşanılası bir yer.



Dönüşte yine Shinkansen.



Emektar otelimize yerleştik. Yarın Türkiye'ye geri dönüş var. İki hafta nasıl geçti anlamadık.
Akşama Tomo'nun , barda doğumgünü kutlaması var. Türkiye'den getirdiğimiz hediyemizi yanımıza alıp yola çıktık. Vaktimiz olduğundan bu sefer yürümeyi tercih ettik. Haruki Murakami ustanın 1Q84 romanını orjinal dilindeki baskısını görünce dayanamadım satın aldım. Artık ne işime yarayacaksa. Türkiye'de tuğla kıvamında resmen saldırı silahı olarak kullanılabilecek tek ciltlik bir kitaptı. Yatarken okumak isterseniz zor oluyordu. Burada ise altı ayrı bölüm olarak tek tek alabiliyorsunuz. Çok satanlar reyonundaydı.



Usulca bara vardık, bir yarım saat sonrada delioğlanın pastası geldi. Çocuklar gibi şendi.


Tomo'yla bira içerken yanımıza İngiliz bir eleman geldi. "Biletini almıştın, hani geçen hafta Yeni Zellanda'ya gidiyordun?" dedi. Tomo sessiz kaldı karşılık vermedi ben utanırım diye. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü sanki. Her zamanki lakayitliğimden dolayı Osaka'ya geleceğimizi son anda söylemiştim Tomo'ya. Oda tabi buyur gel dedi. Tek kelime etmeden uçak biletini iptal etmiş, cezasını ödemiş, biletinide bizden bir gün sonraya almış Yeni Zelanda'ya . (Çiftliklerde traktör sürüp para kazanarak tam bir sene kaldı.)
Adama Türkiye'de kaldığında fırça attık, bahçede çalıştırdık, yemek yaptırdık, Osaka'da dünyanın lafını ettim, bu telaffuzla nasıl İngilizce özel dersi veriyorsun diye dalga geçtim. Bizim için yaptığı fedakarlığa bak. Ödediği ceza ücretini versem bir nebze olsa rahatlarım ama biliyorum kesinlikle kabul etmez. Maddi konulara pek ilgisi yok. Özel matematik ve ingilizce dersleri vererek hedeflediği miktarı biriktirince dünyanın herhangi bir köşesine gidiyor. 
Acaba ben uçuşumu iptal edermiydim diye düşündüm, bilemiyorum muhtemelen etmezdim. Hadi bir şekilde ettim diyelim, tatil boyunca kafasına kakardım son anda haber verdin bak bileti senin yüzünden iptal ettim diye. Kendimi Tomo'nun yanında bencil hissettim. Japon'ların cidden bizden çok farklı bir dostluk, sadakat ve ahlak anlayışları var.

Kendimi içkiye vurdum. Zaten biraz içince ahlaki ikilem ve kafa karışıklığının yerini neşe aldı.

Fotoğrafta sağdaki aslan parçası, Osaka üniversitesinden burs almış , teorik fizikçimiz, uzay ve evrenin sırlarını araştıran yerli Einstein; Utkan kardeşim. Onun hikayeside ayrı bir fantastik seri olur, başka bir yazıda anlatacağım. Yarım saat,  italyan diye sarhoş kafayla ingilizce konuştum dahi çocukla. Sohbetin sonunda "Abi ben Türk'üm" dedi. Yemin ediyorum suratına çakıcaktım tokatı.


 Öğlen otelden çıktık. Uçuşumuz gece. Tomo'yla Namba'da bir kafede buluştuk. Ipad'le hemen uçuş için online check in yaptım Zeynep'e seçtirdim koltukları. Tam bir sorumlu ve olgun bir ebeveyn portresi çizdim.

Sonra Tomo'yla sohbete başladım. Ulan köftehor , delikanlı çocukmuşsun , tam ağabeyine layık bir kardeş oldun. Osaka yiğidin harman olduğu yermiş , seninle gurur duyuyorum dedim. Türk işi sıkıca sarıldım. Tabi Japon kültüründe bırak sarılmayı,  tokalaşma bile olmadığından; kafede oturanlar garip garip baktılar. İşallah akıllarına başka şeyler gelmemiştir. Zeynep dondurma ve pastaya, bizse kahve ve sigaraya yüklendik. Güzel geyik döndü akşama kadar .



Vedalaştık, zor oldu Tomo'dan ayrılmak.  İlk metroyla Tennoji'ye gittik oradanda JR ın treniyle Kansai havaalanına vardık. Bu sefer evren bana yardım etti, hiç bir hata yapmadan ve fırça yemeden pasaport kontrolünü atlattık ve Duty free kısmına geçtik. Yanımda çocuk var diye Japonya'ya girişte aramamışlardı çantalarımızı. Bir sürü sake satın aldım , bavullara yerleştirdim. Tahmin ettiğim gibi Türkiye'ye giriştede arayan olmadı. Çocukla seyahat etmenin faydaları.

Sonuç olarak;

Toplamda, onbeş günde 2500$   harcamayla gezi tarihimin rekorunu kırdım. Tabi bu miktarın büyük bir kısmı, Otel, Shinkansen , apple ürünlerine ve sake lere gitti.
Baba kız birlikte  ilk uzun süreli seyahatimiz oldu. Eğlenceliydi şimdi yeni rotalara bakıyoruz.



6 comments:

  1. Yine harika keyifli bir yazı olmuş, ofiste gülmemek için ciddi zorlandım, birde bitiremeyip ve yarıda kalmasınada dayanamayıp yolda telefondan okurken düşme çarpma uçma tehlikesine ragmen azmettim bitirdim. arayı bu kadar uzun tutmayın lutfen :)

    YanıtlaSil
  2. Abi 15 günde 2500 dolar harcamak Japonya'da müthiş bir şey.Ben çok pahalı bilirdim.

    YanıtlaSil
  3. param yoktu kardeş, yüzüme vurma :-)

    YanıtlaSil
  4. Cenk abi senle valla dünyanın bi ucuna gözü kapalı gidilir sırf yazılarına ilave olmak için

    YanıtlaSil